Ölümsüzlüğün Adıdır Yazarlık

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

Hazıra konucu ve tüketici olan bireylerin geneli oluşturduğu, bu sıradanlığı aşan bireylerinse çok nadir olduğu bir gerçek… Ekseriya insanların ölümlerinden sonra unutulup gitmelerinin altında bu gerçek yatar: Sıradan bir yaşam, hazıra konuş ve tüketicilik… Elbette burada yazının ölümsüz bir belge olarak yazarı zamanlar üstü bir canlılığa kavuşturan misyonunu anımsamaktayız.

Devamı…

Dişil Putlar

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

Yüreğim!
Sesinde akan suların hışırtısı gibi ruhu okşayan nefasetin yanı sıra görkemli bir şelalenin heybetine benzer abidevî bir üslupla sana yazmak isterdim. Ne ki, bunun için nebevî bir ilham, edebî bir deha, eşrefi ellere ait mahir parmaklar, aramızda bir kıvılcım çakmak üzere renkli bir kelebek gibi yahut naif bir yusufçuk gibi bir süreliğine yüzümüze konan şanlı ve ışıltılı bakışlardan mahrumuz şimdilerde… Dahası kartal suratlı cümbüşler, baykuş gözlü hilkat garibeleriyle çevrelenmişken; şeker gibi tatlı bir tebessümden, bahçemin ve hayatımın güneşinden, sevgi dolu kolların kucaklayıcı sıcaklığından, iki büyülü çırağ gibi etrafı aydınlatan dostane şirin gözlerden, zarif giysiler arasında tecelli eden sevgilinin içten, samimi bakışları ile büyülü sesi gözden ve kulaktan uzakken, içimdeki yalnızlığı, çiseleyen yağmur tanelerini yutan inci taşların arasına atıp ayağımla ezmek isterken nasıl yakalamamı beklersin o üslubu?

Devamı…

Yazmak

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

Sancılı bir süreçtir yazmak. Acıtan tecrübelerin, çekilen cefaların, hayıflatan fırsatların, sarsan baskıların anımsanması, tescillenmesi, belgelenmesi, ölümsüzleştirilmedir bir bakıma. Sahici bir şahitliktir belki de âfakâ ve enfüse: Gören, okuyan, ölçüp biçen, değerlendiren, muhasebe yapan ve zapturapt altına alan sorumluluk sahibi bir şahitlik, duyarlı ve bilinçli bir gözlem/gözetim, kendi ve çevre üzerine.

Devamı…

Son Taş

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

“Yaşam her şeye rağmen ölüme karşı sesli bir haykırış, aşikâr bir tehdittir. Anlamlı ve verimli geçirilen her bir gün, hayat mancınığından ölümün üzerine fırlatılan devasa bir taş ve gerçekleştirilen her bir erdem ölümün kalbine sıkılan bir kurşun ve yaratılan her bir eser ölümün cenazesi üzerinde dikilen ve yükselen devrilmez bir çınardır.” 

Devamı…

Kopuş ve İnleyiş

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

Hayat acıydı; ruhlar âleminden ayrılıp bu kirli dünyaya gelirken ilk yaptığı ağlamak olmuş, etrafını da hıçkırıklarla selamlamıştı. Çünkü o kutsal bir âlemden, melekûtî bir diyardan, Tanrı’ya yakın bir makamdan yeryüzüne, acının ve ıstırabın kucağına düşmüştü. Tıpkı babası Âdem gibi… Sanki çekeceği çileleri öngören bilge biriydi ve başına geleceklere peşinen isyan ediyordu. Çevresini yoklarken yarı karanlıkta hareket eden bazı siluetlerden başka henüz bir şey görmüyordu. Derken yıkandı, sarındı, koklandı ve her daim boğazında kılçık gibi duracak olan kesik hıçkırıklarla yatırıldı. 

Devamı…

Akıl-Vahiy İlişkisi

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

Felsefe, din ve bilim ancak aklın faal olduğu bir zeminde söz söyler; kuramlarını mantığa, akla veya zihinsel bir temele dayandırırlar. Aklın mevcut olmadığı bir zeminde felsefe, din ve bilimden bahsetmek mümkün değildir. Aklın veya zihnin çalıştırılmadığı ya da çalıştırılmasına izin verilmediği, düşünmenin özgür olmadığı dönemlerde sadece insanlık yerinde saymakla kalmamış, bunun yanında birçok filozof, peygamber ve bilim insanı eziyet ve işkence görmüş, sürgün yaşamış ve öldürülmüştür. (Ömrünün son dönemlerini düşüncelerinden dolayı zindanda geçiren İbn-i Rüşt ve acımasızca öldürülen Zekeriya, Yahya ve Hallac gibi). Bu trajedi örneklerini gerek beşeri yazıtlarda gerekse de ilahi vahiylerde bolca okuyoruz. Zihinsel engelli bir insanın hiçbir dini ve akli sorumluluğu olmadığı gibi gerek beşeri gerekse ilahi yasalarda bırakın engelli olanı, akli olgunluğa erişmemiş bireylerin bile tüm yaptıklarının bir şekilde meşru görülmesi akli bir zeminin bütün zamanlardaki dini ve felsefi sistemlerin vazgeçilmez alt yapısını teşkil ettiği sonucuna bizi götürmektedir.

Devamı…

Ateş

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

Her taraf zifiri karanlık… Koyu karanlık perde perde varlıkları örttüğünden her şey suskun ve cansız… İnsanlık ne önünü görebiliyor, ne kıblelerine yönelebiliyor. Renklere de amadırlar. Yeryüzündeki bütün cazibeler karanlıklara gömülmüş, görünmez ve yekdiğerinden seçilemez durumda: Ne yemyeşil ovalar ne görkemli dağlar ne masmavi sular ne tebessüm eden varlıklar ne de envai çeşit nimetler doyasıya temaşa edilebiliyor.

Devamı…

Din Nedir?

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

 “Dünyada tek bir yol vardır, o da doğruluktur.”En eski toplumlardan günümüze kadar insan her zaman dini bir karaktere bürünme gereğini hissetmiştir. Diğer bir ifadeyle insan her daim dini bir kimlik taşımıştır. Dinsel düşünüş ve dinsel faaliyet insanın hiçbir dönem kaçamadığı ya da soyutlanmadığı bir özellik olarak beşeri gayretlerde var olmuştur.İnsanın din ve dini sembol türeten bir varlık olmasının altında birçok sebep bulunabilir. Ama onların başında, içinde yaşadığı görkemli kâinatın sırlarla dolu olması, elinin ulaşamadığı uzaklıkların bulunması ve hiçbir zaman tamamıyla netleştiremediği gaybi olaylarla çevrelendiğini fark etmesidir. Yine insanın, bilinmedik bir yerlerden gelen ve iç yüzlerini çözemediği kimi olağanüstü hadiselerle karşılaşması, çaresi olmayan ölüm ve hastalık gibi iradesini alt eden gaybi bir idarenin varlığını sezmesi ve kendisine biçilen kısa ömründe tekâmül merdivenini bir an önce tırmanmak istemesi, onu mutlak kudretin kaynağına dönük çabalara itmiştir.

Devamı…

Kötülük (Şeytan)

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

Varlık dairesinin ilk noktası dipsiz karanlıktır (la ta’yun). Mutlak soyut, latif ve nurani olan bu âlemde (Ukul âleminde) sadece varlığı ontolojik bir zorunluluk olan Vacibul Vücud yer almaktadır. Varlığı başka bir varlıkla değil, kendi kendisiyle kaim olan “Vacibul Vücud” (Allah), âlemler ve varlıklar yaratmayı irade edince, varlık dairesinin en üst noktası olan “Ukul Âlemi”nden aşağıya doğru yarıçap çizgisi gibi bir iniş (tenzil) başladı. Bu iniş, ilk “mümkinul vucut” âlem olan “Misal Âlemi”ne kadar devam etti. Bu âlemde tüm “mümkinul vücut” varlıkların kodlandığı, nakşedildiği, özlerine suretlerin biçildiği ancak yine soyut olan bir varoluş gerçekleşti. Bu varoluş, kendi kendisiyle var (kıyamun bi nefsih) olmayan, belki varlığı zorunlu olan ve kendi kendisiyle ayakta duran “Vacibul Vücud”un irade ve idaresiyle var olduğu için olası bir varoluştur, mümkinül vucuttur (ona var olma olanağı/imkanı verildiği için vardır, varlığı olasıdır, rastgeledir, olabilirdi de, olmayabilirdi de aslında, eğer olmasaydı herhangi bir sıkıntı olmazdı).  Ancak Herhangi bir cismani özelliğe sahip olmadığı halde Misal Âlemi, bütün varlıkların cevherlerinin bulunduğu asıl yaratılış mekânı,  hakiki suret ve mahiyetlerinin ıslak imzayla çizildiği âlemdir. Eflatun’un M.Ö. 400’lü yıllarda dile getirdiği mağara örneğinde olduğu gibi, aslında bizim bu cismani dünyada gördüklerimiz ve hissettiklerimiz, varlıkların asıl ve özlerinin sadece gölgeleridir, kendileri değil. Mağarada oturan adamın, mağaranın önünden geçen kimselerin mağara içine yansıyan gölgelerini görüp de bu gölgeleri asıl varlıkları zannetmesi gibi biz aslında bu dünyada sanrısal bir varoluşun içindeyiz.

Devamı…

Yılbaşı Yılsonu ya da Ölüm

Yazar: Tarih: 26 Mayıs 2020

Anneannem Zekiye’nin anısına…

Her son bir başlangıç, her ölüm yeni bir hayattır. Tıpkı her yılsonu yeni bir yılın başlangıcı olduğu gibi. Çünkü insan ölümsüz ve ebedi. Doğumla beraber ayrıldığı mekândan kopuşun soğukluğunu ve acısını iliklerine kadar hisseder ki hıçkıra hıçkıra ağlar ancak dar ve karanlık bir dünyadan alabildiğine geniş ve aydınlık bir dünyaya geldiğini uzun süreler ve temrinler sonucu anlar. Bu dünyadan göç de, pek keyifli gelmez, hüzündür, acıdır, ağıttır peşinden gelen. Ancak tüm görkemi ve genişliğiyle bu dünyanın da aynen cenin halde bulunduğu dünya gibi karanlık ve dar olduğunu epey geç anlar.

Devamı…