Bir Rasim Özdenören de Geçti

Yazar: on 29 Temmuz 2022

                                            

Rasim Özdenören de sonsuzluk kervanına katıldı. En kıymetlilerimizi bir bir yitiriyoruz. Daha Nuri Pakdil’in, Sezai Karakoç’un bıraktığı boşluğu doldurmamışken Rasim Özdenören’in yokluğuna alışmak hiç kolay değil. Büyük çınarlar kolay yetişmiyor çünkü. 80’li yıllarda ilk gençliklerini yaşayan benim kuşaktan insanlar, onun denemeleriyle düşüncelerini beslediler, hikâyelerini yol azığı yaptılar. Vefat haberiyle sosyal medyada binlerce taziye mesajı yayınlandı, pek çok kişi  whatsApta ondan bir söz paylaşıp durum yaptı. Salt bir hikâyeci olması değildi bunca değer verilmesinin sebebi. O her şeyden önce halkıyla ve değerleriyle barışık bir insandı. Onlar gibi yaşamış onlar gibi inanmıştı. Bu topraklarda kök salmış bir geleneğin damarlarından beslenmişti. Bu yüzden hiçbir yazısını okumamış insanların da hayır duasını aldı/alacak. Bunun görülmesi anlaşılması lazım.

Rasim Özdenören, sanatına saygılı bir öykücü ve deneme yazarı olarak toplumla çok yönlü bir ilişki kurmuş, bu ilişkide insanımızın irfanla beslenen zenginliğini görmüş ve sahip olduğumuz zenginliğimizi tanımamıza öncülük etmiştir. Batı’dan gelecek kalıpların ve çözümlerin bizim medeniyet tasavvurumuza yabancı kalacağını, temelde maddeciliğe dayanan bir tasavvurun insanı yaradılış amacından uzaklaştıracağını görmüş ve “Çağın gözüyle değil İslam’ın gözüyle çağa bakmış.” sorumluluk sahibi bir sanatçıydı. Müslümanca bir sorumluluk duygusuyla gençlere kılavuz oldu. Sadece bugünün değil gelecek kuşakların da sorumluluğuna talip oldu, yerli olana bizden olana sahip çıktı.” Klas duruş”un, mütevazılık ve zarafetin, samimiyet ve dava adamlığının, adanmışlığın yaşamla özdeşleşmiş haliydi.  

Büyük Doğu’dan Diriliş’e, Edebiyat dergisinden  Mavera’ya dek bir düşü, bir gülü büyütür gibi büyüten, zamanın ve hayatın ırmağındaki suyu, sanatın bahçesine sevinç ve telaşla taşıyan bir dervişti o. 

1962’de Sezai Karakoç’la tanışır. “Sezai Karakoç’la tanışınca bu büyük adamın yanında yazı yazmaktan hicap duydum. Onun yazdığı bir yerde bizim gibi çömezlerin yazmasının gereksiz olduğunu düşündüm. Kendiliğinden yazmayı bıraktım. Fakat okumayı hiç bırakmadım. “Ta ki bir gün Sezai Karakoç kendisinden bir öykü isteyince iş anlaşılır. Ona yazı yazmayı bıraktığını söyler. Karakoç,  “ Desene biz sana bilmeden kötülük etmişiz.” der. Böyle de kalender ve derviş bir düşünceye sahiptir, Rasim Özdenören.

Rasim Özdenören, Maraş Lisesinde edebiyatla ilgili bir çevrenin içinde yer aldı. Yakın arkadaşları arasında Erdem Beyazıt, Hasan Seyithanoğlu, Cahit Zarifoğlu ve sonrasında M. Akif İnan bulunuyordu. Daha lise yıllarında Türkiye’nin önde gelen edebiyat dergilerini izleyip edebiyat zevk ve beğenilerini artırmaya çalışır, birbirlerini hem teşvik eder hem de geliştirirler. Sonradan isimlerini bütün Türkiye’nin ezbere bildiği bu ekip, onun edebi anlayışını şekillendirirken sonrasında yolları hep bu arkadaş çevresiyle kesişir. 

Öykücü olmaya daha Maraş Lisesinde öğrenciyken karar verir. İkizi Alaaddin Özdenören şairdir. Yakın arkadaşları Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt şiirle meşgul olurlar, o da öyküye yönelir. Maraş’ın yerel gazetelerinde sanat sayfalarına yazı yazar. Birlikte okulun dergisi Hamle’yi çıkarırlar. Sonrasında hep bir dergi çalışmasının içinde olur. Liseden sonra üniversite öğrenimi için İstanbul’a gelir.  Sezai Karakoç’la burada tanışan Özdenören, Karakoç’un çıkardığı Yeni İstiklal gazetesinin sanat sayfasını yönetir. Yeni İstiklal gazetesi, Diriliş, sonrasında Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisi, ardından Zarifoğlu ile birlikte çıkardığı Mavera dergisi… Dönemin sol ağırlıklı edebiyat dünyası içinde yer edinmek hiç de kolay değildir. Yerli bir edebiyat oluşturma çabalarının hep içinde yer alan Özdenören, 1969’da  Nuri Pakdil, M. Akif İnan, Erdem Beyazıt ve ikizi Alaaddin Özdenören’le  Edebiyat dergisinin  kurucuları arasında yer alır. 1976’nın sonuna doğru Cahit Zarifoğlu, M. Akif İnan, Erdem Beyazıt ve Alaaddin Özdenören’le  bir başka dergi; Mavera dergisini çıkarmaya başlarlar. Dergi çıkarır, deneme ve öyküler yazar. Yazı ve edebiyatın imkân ve sınırlarının farkındadır çünkü. İletişim imkânlarının çok zayıf olduğu bir dönemde tanımadığı bilmediği insanların zihin ve duygu dünyasıyla bir köprü kurmanın imkânlarını yoklar. “Yazı marifetiyle bilmediğimiz, tanımadığımız kimselere seslendiğimizi düşününce yaptığımız iş tuhafıma gidiyor. Acaba bu bilmediğimiz, tanımadığımız kimselerle bir diyalog kurabilmemiz mümkün müdür, diye soruyorum.”  Bu ifadeler, onun insanımıza ulaşmanın sancılarını hisseden sorumlu bir sanatçı duyarlığının göstergesidir. Orada tanımadığı bilmediği insanlar vardır ve ne olursa olsun onlara sesini duyurabilmelidir diye düşünmektedir o.  

Özdenören’in yazılarının önemli kavramlarından biri de “yerli düşünce” dir. Bu kavram hakkında şöyle bir açıklama yapar: “ Bizim yerli dediğimiz şey İslam’ın kendisidir. Ama o dönemlerde öyle bir baskı var ki bu fikrimizi doğrudan doğruya İslam diye telaffuz ettiğimizde adeta birtakım çevrelere giremeyeceğimizi veya oralara sokulamayacağımızı; boykot göreceğimizi düşünüyorduk. Bu sebepten fikrimizi “ yerli düşünce” adı altında kamufle etmeye çalışıyorduk.” Sonrası onun çıkardığı veya içinde yer aldığı dergiler bir mektep vazifesi görür. Bugün edebiyat çevrelerinde saygın bir yeri olan pek çok şair, yazar ve sanatçı, bugünkü konumlarını bu kuşağın çabalarına borçludur. Bir yandan kendilerini geliştirirken genç yeteneklere de imkân hazırlarlar.

Rasim Özdenören, üretken bir düşünce adamı, aynı zamanda özgün bir öykücüdür de. Pek çok kimse onu denemeleriyle tanısa da aslında elli yıl öykü ile uğraşmış; olaylara, eşyaya, durumlara yerli bir pencereden bakmıştır. Onun bu çabaları sonucunda bugün; halkımızın duyuş, düşünüşü yansıtan yerli bir damar, giderek öykümüzde egemen olmaya başlamıştır. Bugün kadim geleneğimizden beslenen öykü denince Rasim Özdenören çizgisi, Mustafa Kutlu çizgisi, güçlü bir damar olarak anılıyorsa bu onun öykücülükte ne kadar yetkin olduğunu gösterir.

Öykülerinde tek ölçü  “estetik değer”dir. Bu anlayışla edebiyat dışı, ideolojik/duygusal yaklaşımlara prim vermemiş; öykü sanatının temel ölçütleriyle eserlerini yazmaya özen göstermiştir. Bir yazısında “ Öyküyle mesaj vermeyi hiç düşünmedim. Benim için öykü yazmak yalnızca öykü yazmaktan ibaret bir olaydır. Ben öykü yazarken onun vereceği mesajdan çok, o öykünün nasıl iyi bir öykü olabileceği üstünde yoğunlaşırım. Öykü birinci sınıf bir mesajı bile yüklenmiş olsa, kendisi öykü olmanın hakkını veremiyorsa, aslında o mesajı da gürültüye getiriyor demektir. Ben öyküyü bana vereceği mesaja meftun olduğum için okumam; öykü diye okurum…”der.

Öykülerinde bireyin duyduğu sancı bir bakıma toplumun duyduğu sancıdır. Toplumsal meseleleri aile üzerinden anlatır. Ailedeki çözülme aslında toplumdaki çözülmedir. Modern insanın sorunları, kaygıları, çıkmazları öykülerinin merkezini oluşturur. Öykü dili yer yer sembolik, soyut, çağrışımlı ve çok katmanlıdır. Öyküleri kendini kolay kolay ele vermeyen, farklı biçimlerde okunmaya/anlaşılmaya müsait olan, herkesin kendine göre bir sonuç çıkarabileceği, hiçbir okumanın nihai yorum olarak görülemeyeceği bir tarzdadır. Ona göre öykü, okura yorum payı bırakmalı, ucu açık mesajlar vermelidir. Öykülerinde dile de ayrı bir özen gösterir, fazlalıklarından arındırır, gereksiz tek bir sözcük olsun istemez.Sadece öykü yazmakla da yetinmez, öyküleri üzerinde sesli olarak düşünür de. Öykü türünün kuramı üzerinde de hayli öğretici yazılar kaleme alır. Yani öykü yazmanın teori ve pratiğini bir arada verir.

Özdenören, öyküleriyle neyi amaçladığını, bir söyleşide açıkça ifade etmiştir: “Ben, bu öyküler okunduğu zaman, insan kendisini yücelmiş hissetsin istiyorum. Ruhen yüceldiğini, beyinsel olarak yüceldiğini hissetsin istiyorum. (…) Bütün bu öykülerde verilmek istenen bir şey var. İnsan kendisinin yüce bir mahlûk olduğunu bilsin ve bu öyküleri okuduğunda yücelmiş olduğunu hissetsin.”

Görüldüğü gibi, Özdenören, öyküde, insanın yeryüzündeki konumunu kavraması, okuyucunun estetik bir tatmine ulaşması, hayatın derin anlamının keşfedilmesi gibi amaçların peşindedir.

Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil gibi yaşamı boyunca edebiyat faaliyetleri içinde yer almış, sonraki kuşaklara uygun bir zemin hazırlamak gibi bir sorumluluk anlayışı içinde hareket etmiştir Rasim Özdenören. Kendinden sonraki kuşaklara öncülük, ağabeylik yapmış; günümüz gençliğini de unutmadan onlara karşı da sorumluluk hissetmiş ve son ana kadar hep bu çabanın içinde olmuştur. 82 yaşında vefat ettiğinde halen Hece dergisinin Genel Yayın Yönetmenliği görevini icra ediyordu.

Rasim Özdenören’i okumak, anlamaya çalışmak, onun düşünsel dünyasını kavrayabilmek, bir çaba gerektirir şüphesiz. Bu yazının Rasim Özdenören’i okumaya ve anlamaya kapı aralamasını diliyorum. Bu vesileyle aramızdan ayrılan Rasim Özdenören’e Allah’tan rahmet diliyorum.



“Bir Rasim Özdenören de Geçti” için 4 Yorum yapılmış

  1. Pir dedi ki:

    Bir özet ancak bu kadar güzel olabilir. Büyük ve öncü değerlerimiz bir bir gidiyorlar. Rabbim onların yerini dolduracak erler nasip etsin bizlere

  2. Seyfettin Ay dedi ki:

    Teşekkür ederim değerli hocam.

  3. Erkan KADGA dedi ki:

    “Büyük Doğu’dan Diriliş’e, Edebiyat dergisinden Mavera’ya dek bir düşü, bir gülü büyütür gibi büyüten, zamanın ve hayatın ırmağındaki suyu, sanatın bahçesine sevinç ve telaşla taşıyan bir dervişti o.”
    Koca yürekli ama gül yetiştiren adamları kaybediyoruz. Umarım güller onun kokusu ile yetişir… Elinize ve yüreğinize sağlık…

  4. Seyfettin Ay dedi ki:

    Teşekkür ederim hocam. Yerini doldurmak olmasa da onların açtığı yoldan yürüyecek kuşakların yetişmesi çok önemli. Çabamız buna yönelik olmalı.

Pir için cevap yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.