İnsan MI, HAYvan MI? Araftayım!

Yazar: on 25 Ağustos 2022

Oldum olası insan üzerinde düşünür taşınır, hilkat garibesi bu varlığı, bir yerlere konumlandırmaya, anlamlandırmaya çalışır, tefsiri, tevili veya meali için çabalar, etrafında gezinip dururum. “İnsanı en güzel takvim ile yarattım” (et-Tîn 95/4), “Doğrusu biz insanı değerli kıldık.” (İsra 17/70) ayetlerinin etrafında yıllardır gidip geliyorum ve insandaki bu bahse konu değer veya üstünlüğü anlamaya çalışıyor, zihnimin içinde bir yerlere oturtmak için çabalıyorum.

Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Adem ile Şeytan arasında geçen olayların anlatıldığı ve Hz. Adem’in üstünlüğünün hikaye edildiği, Kur’an’ın Şeytan’ın kibrine ateş püskürdüğü o olaydan sonra, insanın şeytandan daha kibirli bir varlık olarak yeryüzünde arzı endama başladığına ve ilahi okların insana döndüğüne tanıklık ettim. Ve sanki “şeytan onlar için ileri sürdüğü tezinde haklı çıktı” diyen Kur’an’ın ayetlerini ve Kur’an’daki insan yansımalarını gördüğümde, çoğu ayette insanın kahrolası bir durumda ve kötü bir konumda, yerile yerile anlatıldığına şahit oldum. İnsanın; “ehsen” ile “esfel”, “ekrem” ile “ebleh” arasında sürekli saay eden ve çoğunluğu şeytanın izinde kaybolan bir varlığı sembolize eden hikayesiyle karşılaşıp, “ilahi ekrana yansıyan insan bu mu?” demekten kendimi alamadım. Kitaba yansımış önceki ümmetlerin helak hikayelerini ve kitabın insan figürünü afişe edişini her yönü ve bütün kodlarıyla okumaya çalıştım.


Hasılat ve sonuç şu ki;


Samiri ve resulün izinden peydahladığı buzağı, iman edenlerden onbinleri otuz günde şirk sarmalında un ufak ederek küfür ve nifak rüzgârında küllerini savurması, insanın şeytanlıkta geldiği nokta ve ulaştığı mertebeyi de gösteriyor. Hz Âdem ve Şeytan’la başlayan süreç sonrasında, insanın şeytanının yine insan, insanın kurdunun yine insan olduğu ve aynı insandan sürekli peygamberler seçildiği, bu şekilde ıslah edilmeye çalışıldığı, müdahaleler ile yön ve yol verildiği bir sürece tanık oluyoruz. İnsanın, hayvan dereke ve derecesinin altına indiği, insanilikten uzaklaştığı, kendisiyle düşmanlaştığı, garipleştiği, değerlerine yabancılaştığı bir ortamda insanın yüceliğinden bahsetmenin abesliğine girmemek gerekir.
Bir hayvanın kendi doğasına ihanet etmeyip kendi yaratılış sırrının dışına çıkmadığı bir yerde insanların işledikleri vahşetleri ve dünyada doğa dahil bütün canlılara yaşattıkları dehşetleri düşünün. “Varlığı melek ve cinlere karşı iftiharla ilan edilen” olmanın övünç ve iftiharıyla avunarak şeytanlaşmayı başaran bu türün bir başka versiyonu var mı bilmiyorum. Doğamda ısırmak yok diye iftihar edip menfaat ve çıkar söz konusu olduğunda babasını bile timsah gibi, yılan gibi ısırıp yutmaktan ve zehirlemekten çekinmeyen bir varlıktır insan!
İçimde kötülük yok deyip, iyilikten ve karşılıktan umudunu kesip menfaat ve çıkardan ümidini kestiği kişilere karşı bu benim anam, bu benim kardeşim, bu benim komşum demeksizin en sinsi ve alçakça kötülükleri yapmaktan fırsat ve imkan dahilinde çekinmeyen varlıktır insan!
En kutsalını bile rant ve menfaate çevirmeye çalışıp makam ve mevki devşirmeye çalışarak en mahremlerinin mahrem sırlarını ortaya saçıp kullanmaktan geri durmayan varlıktır insan!


Şeytan’ın, kavramı ve görev tanımı içinde kendi cinsine ihanet ve kendi cinsiyle özellikle savaşıp onları yoldan çıkarmak gibi bir terim ve tanımla karşılaşmadım ama insanı ele alıp incelediğimde insanın kendi cinsine karşı savaş ve kendi cinsini tahrip, tahkir, tehdit, ifsat ve fitne ile yoldan çıkarmaya çalışmayı kendisine gaye ve amaç edindiğini gördüm. Sapkınlıkta sınır tanımayan, kendisine tanımlanmış şeytana bile üstatlık edebilecek türden “boynuzun kulağı geçeceği” şekilde her gün biraz daha sapkınlıkta uzmanlaşıp derinleşen insanlar gördükçe, insan hakkında, Kur’an’ın ilk başlangıç anlatımı ile aynı yerde süreç içinde durmadığımı anladım. Kur’an’ın tanımladığı insan birazcık ahseni takvim geriye kalanı esfeli safilin idi. Zalim, nankör, cahil, tartışmacı vb bütün kabih sıfatların da sahibiydi.
Kilit nokta; Rabbini tanıdıkça kendini tanıma basiretini ölçü edinmiş ve Allah’ın insan olarak yarattığı kıvamı tutturabilip bu kıvamı koruyabilen varlık olabilmekti. “Beyine gelmeyeni ne ehli kitaptan ne de müşriklerden olan kafirler ayrılıp ayırt edecek değillerdi.” Ayetler bazen bazı insanların küfürde uzmanlaşmasını sağlayıp, onlar için sadece buna yarıyordu. Zira aslında hakkı tanıyıp bilen kimi insanların şeytanlaşma veya hayvani sürecin altına inme süreci başlıyordu. Bu hayatta, imandan küfre yapılmış öyle sortilere rastlıyoruz ki, insanın hayret perdeleri yırtılıyor. Bu hayatta, imandan küfre yapılan öyle dalışlar görüyoruz ki, insanın basiret perdeleri tuzbuz oluveriyor. Bu hayatta, ilimden cehalete öyle demir atma vakalarına rastlıyoruz ki, insanın ufkuna karabasanlar çöküyor.

Şeytan ile Adem arasında sıkışıp, bir türlü ne Şeytan’ın ne de Hz. Adem’in ötesine gidemeyenleri, iman okyanusunun sahillerinde oturup ayaklarını serin sulara bırakıp inancın haz ve lezzetini alamayanları da düşlüyorum. Bir garip. Kainatta ki bu yıldız ve gezegenleri tespih gibi ipe dizip imamenin dehşet verici azametinin gölgesi bu kainat ağacının başına vurduğunu görüp de gölgede medcezire tutulduğumda inkara savrulanların elindeki yokluğu ve yoksulluklarını gördüm, görüyorum.

Rablerini, ilahlarını, mabutların hiçe sayan ve kendisini ilahlaştıran veya kendisini ilah zannetmişken aslında kendi karısını veya parasını ilah edinmiş zavallı insancıklar…
Elli atmış yıllık bir ömrün yarısını tükürmekle geçirip diğer yarısını tükürdüğünü yalamakla geçirip yalama dönemini tecrübe ve deneyim dönemi sayan insancıklar aklımdan geçiyor tren gibi. Ve buna öküzün trene baktığı gibi bakıyorum laf aramızda(!) Çünkü insanca bakışın ve insani bakışın tarih boyunca adaletten hiç de nasibini almadığını okudukça gördüm, her gün biraz daha tanıklık ettim.


Yine “İnsan” okumalarında gördüğüm şu ki; insanların “Allah’a din pazarlamaya kalkması, Allah’a dinini öğretme girişimi” kendi ırklarına ve kendi kabilelerine veya kendi devletlerine hizmet etmenin ötesine geçmemektedir. Şeytanı geride bırakacak manevralarla yazılan uydurma tarihlerle ve güçlülerin etrafında saf tutan mızıkacıların kaleme aldığı belgelerle şekillenen tarihi tabloların ışığında tefsir edilmeye çalışılan insan kelimesinin, bize nasıl da ilahi kitabın yergilerinden uzak tutturulup yutturulmaya çalışıldığını da okuyup gördüm.
Bu kadar Kur’an okuduk, bu kadar “ehseni takvim üzerine olan insan” denildi, bu kadar “insanı değerli kıldık” denilerek okumalar yapıldı ve islamın evrensel değerleri, ahlaki ilkeleri mırıldandı, sonuçta ne oldu?… Kibriyle iblisleşen şeytana karşı, gittikçe İlah’ına karşı nankörleşen, kafirleşen ve münafıklaşıp nifakta derinleştikçe derinleşen insanlar oluverdik. İsrailoğullarından bin beter milyonlarca samiri yetiştiren bir kavim oluverdik.

Nerde miyim? Hala aynı yerdeyim! Hala insanı anlamaya çalışıyorum. Zira bunca kötülük üreten bir varlığın içinden bazen muhteşem bir şekilde saf ve berrak gönüllere rastlıyorum. Atom bombası hükmü ve kuvvetinde, yaratılışın belki de numunesi, nüvesi, belki de Hz Adem’le Şeytan arasındaki tartışmanın sermayesi olan bu nadide varlıkları tamaşa etmek, bir tanesini bulup bir an eşlik etmek bile iman ve hidayet süreci adına, insanlık silüeti ve sureti adına zevk veriyor, tad ve haz veriyor bana. Muhteşem bir tasarım olan “hidayete ermiş kişiliğin”, bu dünyada bıraktığı iz adeta olgunlaşmış bir meyvenin damakta bıraktığı lezzet ve kusursuz bir tablonun içinde gezinti ve seyrin insanda bıraktığı hazzın aynısını veriyor bana. Bu sebeple, dikenlerin varlığı ve çokluğuna rağmen gül yaratılmalı ve güllerin azlığı tartışılmaksızın bu dünya gül kokusundan mahrum bırakılmamalıydı diyorum. Allah’ın yaratılış hikmetini “ben bilirim siz bilmezsiniz” diye açıklayıp ortaya pimi çekilmiş bir atom bombası gibi bırakılmış Hz. insandan bahsediyoruz. Şeytanın kalkışmadığı hadsizliklere kalkışıp ilahını inkar ve şirk koşma yoluna girmiş bu zavallı varlığın içinde çırpındığı girdabı gören var mı bilmem?
Ama acz, fakrın ve tevazunun içindeki sonsuz güç ve özgüvenin insanın mayasını oluşturan şifreleri taşıdığına tanık olduğum gibi bencillik ve kibir gibi hastalıkların insanı insanın kurdu ve şeytanı haline getiren kodları taşıdığını da gördüm.


Bir tercihin arafındadır insanoğlu. Ya İnsan ya şeytan veya nifak ki bunu hayvan olma derece ve derekesinin de altı olarak ifade ediyor Kur’an
.



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.