Sürü ve Çoban

Yazar: on 28 Ekim 2022

              Koyunlarını sabah erkenden köyden çıkarmış otlatmaya götürüyordu. Sürü önde, kendisi ardınca yürüyor, onları en güzel otlaklara götürmeye ve otlatmaya çalışıyordu.

             Sürü önden kendisi arkalarından yürüyordu. Sürünün derdi daha fazla otlanmak ve karnını olabildiğince şişirmek iken, çobanın derdi bambaşka bir şeydi. “Süt ve yüne katkıda bulunmak” koyunların hayallerinden değilken, “Allah rızası” ve “hayvanların maslahatı” ise çobanın derdi değildi.

            Herkesin kendince bir çıkarı vardı ve çıkar yolu, iki tarafında yoluydu. Ne koyunlar çoban olmak isterdi ne de çoban koyunlaşmayı! 

Her sabah erkenden başlardı bu koşuşturma ve akşamla birlikte biterdi. Çoban sürüyü hep arkadan takip eder onları akşam ağıllarına teslim ederdi. Koyunların imamı arkada imamlık yapmak zorundaydı ve cemaatiyse önde sıralanmak zorundaydı. 

            Ölmüştü adam! Ve İnsanlar son görevlerini ifa etmek amacıyla toplanmışlardı. Mezarlığa doğru kıvrılan yolda büyük bir kalabalık oluşmuş ve meyyit yıkanmış, kefenlenmiş tabutun içinde omuzlarda, en önde taşınıyordu.

           İnsanlar kendilerinden bir parçayı gömmek için toplanmışlardı. Herkes tabutun arkasına gizlenmeyi ve arkadan izlemeyi tercih ediyordu.

            Otlama bitmişmiydi, başlıyor muydu belli değildi. Dağlar, taşlar, kayalar yerli yerinde duruyordu. Otlar da her yıl yeniden yerinde olacaktı ancak yerinde görünmeyen çok şey vardı. İnsanlar ve hayvanların arasında belli bir fark olmalı! Bu farkların en belirgini insanın kendini bilmesiydi. Ancak kendini bilen kaç insan var veya koskoca yaşam içerisinde kaç insan kendini bilmeyi ve kendine gelmeyi başarabilirdi ki!

           En başarılı hayvan kendi karnını doyurup sahibine dolu bir memeyle gelip süt veren hayvandı. Peki ya insan için ne demeli! İnsanın hayvandan bir farkı olmalıydı. Bu fark daha fazla karın doyurmak ve sahibine yaranmakla sınırlı kalmamalıydı. Sahip kim? ve kime eli boş gidilmemeli, çabasını karşılıksız bırakmamalı ve hayal kırıklığına uğratmamalı.

            Sürü çobanlaşmış, çoban sürüleşmiş, roller değişmişti. Ölüm bir otlak, bir mera ve çayır sofrası. İnsan koyun olsun ve otlansın! Giden için mecburi güzergâh lakin gönderenlere bir bakmak gerekmez mi? Gidenin peşinden sadece birkaç günlük ağıt ve kısa bir matem. Sonrasında yine eski hayat. “Belki eksik bir tek aksesuarla!” Yolculuk devam eder ve birer birer eksilen aksesuarlar. 

            Hepiniz bilirsiniz. Nasrettin Hoca’nın köyüne bir fil verilir. Köylüde bir vaveyla! Hoca yoğun itirazlara dayanamaz ve köylüyle beraber fili alıp Timur’un kapısına doğru akar.  Köylüler bir bir dökülür ve hoca koskoca fil ve koskoca Timur’la tek başına yüzleşir.

          -Hayrola Hoca! Ne bu yanına aldığın koca Fil! 

          Hoca Fili mi tarif etsin yoksa yolda uğradığı fiili mi? Şaşırır ve; 

          – “Beslemek üzere verdiğin filden memnun kaldık, bir tane daha rica etmeye geldim der” ve iki fil ile beraber döner köyüne.

Bizimkisi az biraz farklı olacak! Fil’in ortasına bir tane daha “i” ekleyeceğiz, “fil” olacak “fiil”! Sonrasında manzara aynı. Yalnız geri dönüş iki fiil ile olamayacak hatta bir geri dönüş olamayacak. 

           Yani Allah ile karşılaştığımızda; eş, dost, köylü, akraba, arkadaş teker teker geride kalmış, dökülmüş olacak! 

           Aslında birer birer defnedip mezara gömdüğün ve yasında fatihalar okuduğun insanlar yolculukta seni yalnız bırakanlardır. Sadece seninle mezarın kapısına gelen insanların kalabalık olması son güne has karmaşık bir olay!  

            Çobanla koyun sürüsünün manzarasını bir resmetmeye çalış hafızanda. Çoban Arkada, koyunlar öndeydi. Şimdi resmi tersine çevir! Evet, koyunlar arkada, çoban önde. Aynı resmi bir mezarlıkta da çekmeye çalışalım. Çoban önde, koyunlar arkada.

            … … “herkes çoban ve sürüsünden mesul değil miydi?”  Ama sen sürünü kaybetmiş çobansın! İzah etmiştim, yine edeyim; Sen de teker teker gömmüş, fatihalarını okumuş ve bir süre sonra onları toprağın altında unutmuştun! Unuttun mu?

           Koyunlar sessizce takip ederler. Sen de sssizlik içinde uğradıkları değişimden de haberdar olamadın. Otlattın ama kendini doymak için, kestin ama kendin yaşamak için, sattın ama kendin almak için, yıktın ama kendine yapmak için. Üzdün, sevinmek için, dağıttın, toplamak için, topladın, çıkarmak için ancak çıkarma işlemi yerine çaktırmadan toplama işlemi yaptın.

            Sonunda vardın hükümdarın kapısına ve hükümdar “bu ne Fiil” diye sordu. Sen fiili değil de, fili mi anlatmaya çalışacaksın? 

            Ama ufak bir ayrıntı ve detay var unuttuğun. Bu defa köylülerin hepsi aslında dönüpte göremediğin yerde. Yani arkanda. Seni onlar padişahın kapısına getirmedi mi? Ne çabuk unuttun!

            Bu oyun çok karmaşık inan bana!

            Tribünü dolu zanneder, canla başla oynar, dişini sıkmaktan kırar, dışa değil içe doğru yani damağa atarsın. Ancak boş bir tribünle değil belki aleyhe yapılan tezahüratla irkilir, yanlış takımın formasıyla soyunma odasına giderken, F tipi bir cezaevinde gözlerini ölüme kaparsın. Ölmezsin, ölemezsin. Zira ölümleri o kadar ardı ardına tadarsın ki, hangisi gerçek ölümdü, bunu ancak mahşerde anlarsın!  

             Hayatını koyun otlatmaya adamış, bütün çaba ve uğraşı mükemmel bir koyun olmaktan müteşekkil olan zavallı bir insan olduğunu fark edememiş birinin köleliği kendisine efendilik olarak seçip yedirmesi kendi tercihidir. Koyun otlatmakla, koyun olmakla, koyun olma ahlakını çözüp aslında bir çoban olmak değildir insanın derdi. Çobanın abasını giymiş kurt misali koyun sürüsünün içine dalmak ve koyunları kendine kurbanlık olarak kesip biçmek ve kanlarını içmektir asıl gaye.

               “İnsan koyun postunu giymiş kurttur” derler. Kurt yaratılışı (ruh ve ahlakı) ve koyun görünüşü aynı anda sadece insan denen mahlukatın özünde mayalanmış ve kişilik bulmuştur. İnsan dağ başında koyun gibi garip garip gezerken vahşi bir kurt rüyası gören zavallının kendisidir. Koyun sürüsünün arkasında çoban iken kendisini cihana padişah sanan, çobanın önünde koyun iken kendini çoban ve dahi cihana sahip ve sultan sanan zavallı bir varlıktır insan.

               Ve dünya bir sürü

               Ve dünyada bir sürü çoban.

                Dünya sürgünü ve dünya dolusu sürüler. 

                Bir de vahiy asası ile bu sürüleri hakikate sevk ve idare eden gerçek çobanlar ve bu davayı dava edinen bir sürü çoban. 

                Hakikat tecelli etsin, kurt kişiliğiyle koyun ruhu birbirinden ayrılsın diye bir imtihan otlağı tertipledi Rab. Hem ot hem et. Bütün besinleri karakterinde bulunduran bir sofra ile sonuca gidecek patikayı ayağa bırakan Rab. Sofradan kurt veya koyun olarak kalkma imkanı ve “irade”. Sürü olmaktan çoban olmaya veya saf ve doğal haliyle koyun kalmaya, gerçek ve saf bir ruh haliyle göründüğü gibi kalarak kendinde olmayı başarı iradesi. Yani kendi olarak kalma başarısının gerçek kelimelerle dile gelmesi. Varlık şarkısının en doğal haliyle flüt eşliğinde dile gelmesi. Hakikatin hangi cam ve hangi pencereden göründüğü değil ne kadar berrak ve güzel göründüğü önemlidir. Koyun veya çoban gözüyle okumak ve kurdun kanlı ağzıyla katletmek. Hayatta olmak, hayatı okumak ve hayatın canına okumak diye bir gerçek vardır.  Gerçeğin gerçeği yani lübbün lübbü asa olmadan hayat yol alıp evre geçirmiyor.



“Sürü ve Çoban” için 1 Yorum yapılmış

  1. Erkan KADGA dedi ki:

    Fil ve fiil, bir çobanın önünde koyunlar, ölünün arkasından giden sürü ve kurt insan…. Yüreğine ve kalemine sağlık Dostum.

    “Tribünü dolu zanneder, canla başla oynar, dişini sıkmaktan kırar, dışa değil içe doğru yani damağa atarsın. Ancak boş bir tribünle değil belki aleyhe yapılan tezahüratla irkilir, yanlış takımın formasıyla soyunma odasına giderken, F tipi bir cezaevinde gözlerini ölüme kaparsın. Ölmezsin, ölemezsin. Zira ölümleri o kadar ardı ardına tadarsın ki, hangisi gerçek ölümdü, bunu ancak mahşerde anlarsın! “

Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.