Çiçeklere Ağıt

Yazar: on 29 Mart 2020

Çiçeklere ağıt dizesim geldi bu gece…
Tellal çıkardım Kelimelerin, hecelerin ve harflerin oturduğu mahalle ve sokaklara!
Cümlelere haber saldım, elçi saldım namelere ve fermanlara… Kalem saldım bağrı yanık kâğıtlara…
Ağıtlarımı dizdim gönül şarjörüme…
Ağlamaya saldım, gözyaşı denizine saldım, gönül kayığında kürek çekmeye mahkûm ettim- Taşlaşmaya yüz tutmuş göz ferlerimi bu gece…

_ Ah efendim ah!
Taif’te ki çocuk ve delilerin saldırısından sonra meleklerin tesellisiyle kendine gelmiştin sen,
Ya bana, bana kim teselli verecek!
Anakara’nın koca kapşonlu, cübbeli doberman köpekleri sana havlayıp ısırma yarışına girerken, sırtından çamurları atıp ağlayacak” yazıklar olsun” diyecek hiç kimse de yok!
Çakallar, kurtlar, sırtlanlar, kanı beş para etmez tilkiler bile aslan kesilmiş bu ovada… Hani sen yoksun ya! Hani âlemler senden yoksun ya!
Hani Kâbe’nin içine oturmuş, bağdaş kurmuş filleriyle Ebrehe…
Ve kim bilir sürüler halinde hangi sahillere, pikniklere,tatillere gitmiş ebabil… Balçıklar para olmuş tedavülde. Hem de öyle bir revaçta ki!
Kerbela’da çocuklarını görmek istemedin de gittin diyelim!
Ya beni!
Beni hiç mi görmek istemedin!
Kalubeladan beri yalnızlığın en derinliklerinde, kuyuların diplerinde, Turun en ücra köşelerinde, gecenin soğuk, üşüten yellerindeyim. Senden bunca sene uzaklarda, çarmıha gerilmiş duyguların içinde, Nemrutu susturan İbrahim’in gönlündeki ateşin alevlerindeyim!
Ateşler içindeyim!
Yangın yeriyim. yangın gibiyim. yangınların habercisi, aleviyim!
_ Ya Çocuklar!
Çığlıkları sırtına kaftan diye giymiş çocuklar… Yalınayaklı ve Oyuncakları tankların paletleri arasında ezilmiş, gözyaşlarını avuçlarına çiçek tohumu diye dikiveren çocuklar!
Baharın çelişkisi bu!
Bir yanında dökülen çiçekler, bir de çiçeklerden kırılmak özere eğrilmiş olan dallar!
Bir gözün içi gülerken, diğerinden sağanak halinde boşalan yaşlar!
Ve insanın çelişkisi bu…
Oysa ki çocuklar; dinlerden, Dillerden azadedir, oyuncak ve salıncaklarını din ve ilah edinmiştir o masum çocuklar…
Annelerini rab, babalarını âlem bilen, Anne ve babaları helal ve haramlarını belirleyen çocuklar!
Kabe ve küdüs bilincinden uzaklarda sadece oyuncak ve beşiklerini, salıncak ve emziklerini kıble edinen çocuklar!
Rablerinin kucağında vurulan çocuklar… Ali Asğer gibi babasının kucağında vurulan çocuklar…
Hüseyin gibi, fıtratı sırat edinen ve müstakim yolda yürüyüp rablerinin kucağında şehid düşen çocuklar… Hep çocuksu davranıp, fıtrat sıratından ayrılmayıp beşerin belleğine hazanda düşüveren yaprak gibi terucıvan (teru taze) düşüveren çocuklar…
Rab terbiye edendi değil mi? Kucaksa yol! Çocuksa yolcuydu değil mi?

İlahlarını kendin belirlersin!
İstersen taparsın istersen acıktığında yersin!
İster oynarsın. İstersen içinde sallanır sevinirsin! İstersen de o, kendini nasıl belirlediyse öylece bilirsin! Sevinçten de, çığlıktan da onun sedasını çıkarıp kulağına küpe yapabilirsin!

Ah efendim işte o çocuklar!
Rablerini bile tanıma fırsatını bulmadan bombalara, kurşunlara namlulara sineleriyle yol gösteren çocuklar…

Çiçekler…
Dalında… Bağında… Tomurcuğunda gülümseyen çiçekler.
Tek kabahati masumiyet, mâzlumiyet ve fıtrattan ayrılmamak olan çiçekler…
Dalını seçmeden hayattan bir nefes almayı, bir yudum almayı, bir otağ kurmayı yada bir hayal kurmayı bile gerçekleştiremeden düşürülen çiçekler..
Gözlerini şarapnel parçalarıyla açıp asla uçmasını öğrenemeden kanadı kırılan kuşlar misali kurumaya mahkûm edilen çiçekler…
Ve çiçeklerle mahkûm edilip gömülüveren gerçekler…
Dostunun mezarına bir çelenk gönderen adam gibi görünüp bir türlü adam olamayan gerçekler! Veya gerçek gibi görünen sahte yalancıklar… Boş salıncaklar…
Koca dağların başında mutsuz! Odalarda mahpus, yapmacık güllere özenen çiçekler…

Ah efendim!
Sen, okşadın Fatma’nın başını, öptün Hasan’ını Hüseynini…
Ali’ sini kucağına alan , ciğeri ellerinde dağlanan ve ciğerparesi ellerinde oklanan Hüseyini!
Oysa şimdi kundağa bile girmeden kalemler kırılır oldu!
Çocuklar vurulur, çiçekler ezilir oldu…
Oyuncak bebekler aldı gerçeklerin yerini. Sattı sevgili, sevdiğini. Yar, yârini, Anne çocuğunu, Çocuk beşiğini, yol kumunu, çakılını, tozunu ve kapılarsa eşiğini…Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi dinini…Kişi;izzetini, onurunu ve benliğini…
Vakıanın ve Haccın (surelerinin) İlk ayetlerinin buluştuğu noktadayım…
Elimdeki dürbünün camından şunu görüyorum; Bundan ötesinde virgül yok!
Baktım ki en büyük noktanın gölgesi başımın üzerinde.
Bari dedim oturup çiçeklere bir ağıt yakayım.
Ateşini geçsin Nemrutun, yaktığı o dağ gibi alevleri… Ateşi kaplasın göğü ve onun suskun çocuğu olan yeri… Ben bir asiyim! İçimde isyan ve onun içindeyse İbrahim… Put ve baltaysa derinlerde, daha çok derinlerde…
Hasan ve Hüseyin çok geride kaldı!
Efendim!
Bu günün modası Mescidi Aksa da şekilleniyor!
Manken çocuklar…
Defileyse Gazze de, Afganistan da, Keşmir de, Lübnan da, Camilerde, Okullarda ve Küçeler’de(sokak)…
Oyuncakları var çocukların, Masumiyetlerinin yanında!
Doğduktan sonra buldular kendilerini dinlerinde, din savaşlarının da orta yerinde…

Ah efendim!
Yıllar oldu ayrılalı, Yaprağından gelen kokulara hasret kaldım! Hafif bir rüzar estiğinde üşür, titrerim.
Bütün duvarlara sitem edesim geldi! Butün oyuncaklara kasem edesim, butün gözyaşlarımı elime , avucuma alıp gökyüzüne serpecek hevesim geldi!
Tenine değen rüzgâra tenimi yorgan eyleyip, üstünü örtmeye koşamadım Yetişemedim masum ilan ettiğin, dinlerin şiddet ve kin dolu bakışları altındaki çocuklara, Din yerine belleği kinle doldurulan çocuklara. …
Sinemdeki yaralara merhem olacak kokuna muhtacım bu gün!
Bir kelebek olmayı ve kollarına baş koyup bir rüyalık uykunun seline vermeyi dilerdim kendimi…
Aşkımı senin yapraklarındaki renklere bezer, Tütün gibi mengeneden geçirir ufak ufak doğrar, yapraklarına sarıp bir içimliğine, hayatımın üzerine kumar oynardım.
Gövdene yaslanır bildiğim tüm aşk şarkılarını en acıklı ve en içten duygularımla mırıldanır, ağlardım.
Çiçekler, çocuklar ve ağıtlar sokakta sahipsiz.
Oyuncaklar paletlerin arasına sıkışmış ve çığlıklar sahiplerinin dudakları kadar kimsesiz, terk edilmiş ve çaresiz… Çiçekler, çocuklar ve ağıtlar sokakta sahipsiz.
Sen de bırakıp gittin beni! Söyle bana terk ettiğin dünyayı ve yetim bıraktığın çocukları ben hangi ninnilerle uyutayım!
Teselli olsunlar ve avunsunlar diye söylediğim sözlerinde yalan olduğunu anladılar… Artık senin yokluğunu anlatmaktan başka çarem kalmadı…
Ey bahar!
Evet, ey bahar!
Evet, evet; sen ey bahar! Çiçekler suni olduklarını saklayamıyor, gizleyemiyorlar…

Rüzgar üşüyor da efendim!
Tenime değdi. öylece hissettim!
Çiçekler de üşüyor olmalı… Yaprakları titriyor, düşüyor olmalı…
Oyuncaklar ağlama duvarı…
Beşikler Kudüs, Emzikler Kâbe…
Öylesine işte tavaf edesim geldi…
Ağıtlar Cuma, çığlıklar Cumartesi, iniltilerse Pazar!
Çarşı Pazar kefen olmuş… Evler; tabut… Sokaklar musalla
Gönüller mescit, omuzlar minare…
Ve müezzinler, annelerin dilindeki tanıdık ağıtlarla okuyor oldu salaları…
Hazan geldi vurdu derler. Oysa baharın gitmesiyle başlar çiçeklerin kıyımı…

Sen gideli oldu bütün bunlar!
Ağıdımı unuttum, ağlamayı unuttum yitirdiğim çiçeklerin ardından. Kılıçların birbirine, ağıtlarında birbirine çekildiği meydandayım!
Artık sen çiçeklerin teninde hissedilen kokularda değilsin!
Dokundum! En son dokunduğum çiçeğin teniyle, babamın musalla taşındaki teni arasında tek benzer yan, soğukluktu!
Sen, Ey en son duyan kulak!
Senden sonra duyularını yitirdi kulaklar… Avarece gezinir oldu Ulaklar… Çaresizliğe terk edildi çiçekler, yırtıldı Yusufun gömleği gibi Meryem misali Azizelerin yüzlerini örten duvaklar…
Her şey neden dağ kesilmiş de bana çığlıklarımı geri yolluyor! Bu sessizlik sensizlikten midir efendim!
“Sağırdırlar, Dilsizdirler, Kördürler…” Acaba biz miyiz bütün bu vasıfların sahipleri…

Çiçekler ağıt kesilmiş!
Baharlar resmedilmiş cılız bir kâğıt!



“Çiçeklere Ağıt” için 1 Yorum yapılmış

  1. Adem dedi ki:

    Öncelikle eline ve kalemine sağlık. Yazının giriş bölümünde bir tutukluk hissettim ama gittikçe ritim yükseldi ve en son bölümde çok iyi bir coşku yakaladım. Tebrikler….

Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.