Elma Kurdu

Yazar: on 31 Ocak 2020

Basit anlatacağım. Sonuçta hepimiz geçici bir süre var olacağımızın farkındayız. Doğduk, büyüyoruz, öleceğiz. Oldukça basit değil mi?

Bu döngüyü yüzlerce, binlerce defa, her seferinde yeniymiş gibi seyrettik. Her saniyesini her anını ağır çekim izledik. Ama hala ilk günkü gibi acemiyiz, ilk günkü kadar yabancıyız. Bilhassa final, her seferinde bir başka trajik, bir başka dramatik oluyor. Biliyoruz ama bilincinde değiliz, farkındayız ama cahiliyiz.

Çok yabancıyız. Oysa her ayrıntısının dökümü gözlerimizin önünde, parça parça ellerimizde tutuyoruz, kurguluyoruz, yapılandırıyoruz, yapılandırırken acı çekiyoruz. Çoğunlukla şikâyet ediyoruz, kesinlikle sevmiyoruz. Ama o gitmek var ya… Çıldırıyoruz. Aslında tutkuyla bağımlı olduğumuzu anlıyoruz.

En basit şekilde, sahip olduğumuz her şeyin aslında bize ait olmadığını anımsatacak, şuan yaptığımız her şeyi bomboş kılacak şekilde öleceğiz. Yaşam kalitemiz, bulunduğumuz mekânın ferahlığı veya darlığı, elimizdeki, bankadaki paramızın miktarı, beslenme şeklimiz, sosyal rolümüz, statümüz hiç ayrıcalıklı olmayacak kesin gerçek karşısında.

Anlatmak istediğim bu değil aslında. Nasıl olsa hepiniz hayatınız da bir an olsun bunları düşünmüşsünüzdür, duymuş veya birilerinden dinlemişsinizdir. Şimdi çenenizi bir avucunuzun içine alın. Dirseğinizi masaya veya dizinize dayayın. Düşünün. Eski bir sigara içici olarak, sigaranın bu kadar kötü kokabileceğini daha önce hiç hissetmediğim kadar hissettirerek sigaradan iğrenmemi sağlayan, tavanından ara ara kireç dökülen, varoş otel odamda, kim bilir kaç haftadır değiştirilmemiş buruşuk nevresimli yatağın kenarına ilişmiş, pencereden 1950’li yılları hatırlatan caddeyi izlemeye dalmış halim gibi… Çenenizi avucunuzun içine alıp düşünün. Ben düşünüyorum. Düşünce kapasitemin ulaştığı sınırları düşünüyorum. Sayısız gezegenleri, yıldızları ve galaksileri… Uçsuz bucaksız uzay boşluğunu… Kâinatı… Her saniyede 300 bin kilometre yol almam halinde ancak 13 milyar yıl sonra ulaşabileceğim keşfedilmiş son sınır… Ve bu mesafedeki bilinmezleri merakım… Üstelik mensubu olduğum dünya gezegenini bu kâinatın hangi yönünde olduğunu da bilmiyorum. Kim bilir kâinatın bize göre sağında veya kutuplardan yukarıya doğru belki de çok daha uzun bir sınır vardır. Belki de biz kâinatın sağ cenahına düşüyoruzdur. Bilmiyorum. Ama bildiklerim bile sınırsızlığın sınırı için yeterli.

Anlatmak istediğim burada. Bu uçsuz bucaksız varlık deryasında, kendi yaşam fenomenimiz ve üretimimiz ile biz ne değer taşıyoruz? Hadi kâinattan geçtim. Varlık âlemi içinde bir kum tanesi ederinde değeri olmayan dünya içindeki milyarlarca insan arasında her birimiz kaç para ederiz.

Basit gerçek şudur ki; her birimiz, bizden haberi olmayan milyarlar insan için sadece bir hiçiz. Ama kendi yaşam görüngümüzde tüm varlık âlemi, tüm kâinat içinde biriciğiz, her şeyiz, paha biçilmeziz. Tüm olaylar bizim etrafımızda dönüyor. Tüm madde bizim için var oluyor.

Biraz önce otelin sadece bir ulusal bir yerel kanal çeken, artık antika sayılabilecek, kumandasız televizyonunun karşısındaydım. Konya- Ankara karayolunda bir tır ile bir otomobilin çarpıştığı, otomobildeki iki kişinin öldüğü haber konusu ediliyordu. “Vah! Vah! Vah!” dedim. O iki insanın benim yanımdaki değeri bir “Vah! Vah! Vah!” tan ibaretti. Irak’ ta bombalı saldırı, 56 ölü, Çin’de aşırı yağışlar 123 can aldı, Şili’de kasırga: 34 kayıp, bir yerlerde maden çöktü 17 kişi hayatını kaybetti. Onlar her şeylerini kaybetmiş olabilirler ama bizim için tartıdaki değerleri, sonraki habere kadar duyulan acıma hissi ve dudaklar arasından belli belirsiz, kısık sesle dillendirilen “Vah! Vah! Vah!” tır. Çünkü o ölenler arasında biz yokuz. Yaşam alanımız, görüngümüz içinde (hısım, akraba, eş, dost, tanıdık) kimse yok.

Düşüncenin, beynimizin uçsuz bucaksız âlemi kafeslemeye çalıştığı, sınırsızlığın sınırlarını zorladığı, varlık âlemini kapsama alanı içine almaya çalıştığı şu anlarda, her birimiz için varlığın sınırı aslında nereye kadar ulaşabiliyor. Benim için var olmak maalesef, hayatımı kıt kanaat geçirebileceğim maaşlı bir memuriyetin kapsam alanında. Otelin penceresinden çenemi avuçlamış bakıyorum. Köşe başındaki, lastik ayakkabılı, güneşte sararmış olduğundan rengini seçemediğim ama bir zamanlar koyu bir renkte olduğunu tahmin ettiğim, ütüsüz takım elbiseli adam için varlığın sınırı önündeki üç kasa domates, birkaç torba soğanı satmaktan ibarettir. Şu kırtasiyeci, bu ara hayatı daha yoğun yaşıyor olmalı. Malum okullar açılıyor. Yine de onun sınırı, sekiz’e – beş metrelik bir alanda geçirilen gündüzlerdir. Şu köylü için ineğinin ölmesi, saman yolu galaksisindeki bir yıldızın yerle bir olmasından ve dünyayı da etkisine alacak zararlı ışınlar yaymasından çok daha evhamlıdır.

Basitçe, asıl anlatmak istediğim burada… Kâinat ile bir inek arasında bir fark yok. Üç inekten birini kaybetmek ile İstanbul boğazı kenarında her biri 500 milyon dolar değerinde üç villadan birini kaybetmek arasında bir fark yok. Aynı şey… Kazanmakta, kaybetmek gibi… Aynı şey… Kazandığından mutlu olma sınırın, sahip olduğun miktarın sınırı ile yakından alakalı. Birkaç şirket sahibi biri için, bir araba kazanmak bir mutluluk nedeni olmayabiliyorken, şu karşıdaki seyyar satıcı için, tanesini 1 liradan alıp, 1,25 liradan sattığı çoraplardan, bir defada, bir düzine bana, bir düzine arkadaşıma olmak üzere, iki düzine satmak çok anlam ifade edebiliyor. “Aman Allah (c.c.)ım! Çok mutluyum! Bir defada iki düzine çorap sattım” diye Kürtçe mırıldanıyordu, Kürtçe bilmediğimi zannederek.

Mesele şu sınırsız ile sınırlarını çizdiğimiz arasında aslında hiçbir fark yok. Büyük ve küçük, makro ile mikro aslında aynı şey… İnsan bir bilmece. Beynimiz bizimle oyun oynuyor. Sınırları çizen aslında o. Eline beş lira harçlık tutuşturulan kırsaldaki çocuk ile önüne araba anahtarı bırakılan patron çocuğuna, aynı hazzı aynı mutluluğu yaşatıyor. Farklı olan sadece yaşam alanları… Beklentileri… Ulaşabilecekleri sınır. Sınırsızlık ile karşılaştırıldığında şu an ulaşılabilecek her sınır aslında bir hiçtir. Kaldı ki tüm var olana sahip olsan da yine aynı şeyleri hissedeceksin.

Yani basitçe anlatacak olursak, yaşam şeklimizin boyutları, ebatları farklı olabiliyor, evet… Ama beynimiz bu farklı boyut ve ebatlar arasında aynı miktarda acıyı, mutluluğu, sıkıntıyı, doymuşluğu, bunalımı, sıkılmışlığı, en önemlisi hep daha fazlasını arama girişkenliğinin oluşturduğu doyumsuzluğu yaşatıyor bizlere. Bir ineği olan ikinci inek için çırpınırken, bir fabrikası olan ikinci fabrika için çırpınıyor. Biri için varlık bir inek etrafında dönerken diğeri için bir fabrika etrafında dönüyor. Var olanla kıyaslandığında ikisi de bir hiç ederinde âlemler değil mi?

Kâinatın tüm döngüsü aslında hep aynı şekil, aynı sistem ile üzerine yaratılmıştır. Samanyolu galaksisinin sahip olduğu, yuvarlak bir merkez etrafında, yuvarlak maddelerin, yuvarlak bir yörünge çizmesi işleminin aynısı, sadece mikro olma farklılığı ile atom içinde de var. Ya atomun için de yaşadın ya da Samanyolu galaksisinde seyri sefer eyledin… Aynı şey…

Basit anlatımıyla, hepimiz bir elma kurduyuz. Dışarıda yüzlerce elma tutan bir ağacın içinden sadece bir tanesinde yaşadığımızı ve bu şekilde milyonlarca ağaç olduğunu biliyoruz. Ama çare yok. Belki olgunlaşınca veya haşarı bir çocuğun darbesiyle zamansız ağaçtan düşeriz. Zaman geçer…. elma çürür.. ve….. ve elinizi çenenizden çekebilirsiniz…

Erkan KADĞA
10.09.2010

Önemli Not: Diyojen gibi hayatı bir fıçı içinde geçirme taraftarı olduğum veya kadere rıza gösterip, zalime boyun eğmeyi lanse etmek istediğim zannına kapılmamanızı rica ediyorum. Aksine yaşamı anlamlandırmanın, bir şeyleri kaybetmenin acısının etkisiyle, kazanma sevincinin tadını almak adına, sonuna kadar mücadele destekçisiyim. Aksiyonsuz hayatın, amaçsızlığın acısının çok daha çetin olduğunu düşünüyorum. Zorlanacak bir sınır belirlemeyenlerin hayatlarının monotonluğundan iğreniyorum. Hayat varsa yaşanmalıdır. Herkes kapasitesinin ulaşacağına inandığı sınırları zorlamalıdır. Sınır aslında hep aynı kalacak olsa da, en değerli şey olan hayat ortaya çıkacaktır. Aksi durumda yaşam denen şey olmayacaktır. Elma kurtları isek ne olmuş? Bizler bir zerrenin içine âlemleri sığdıranın elma kurtlarıyız.

Erkan KADĞA



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.