Tut Elimi

Yazar: on 10 Haziran 2020

Bir gök kuşağı elvan-ı seba (yedi renk)yla kuşatmış gönlün semasını, her biri rahmete namzet ve işaret yedi renk yan yana gelmiş, gönlün semasını yıldızlar gibi, mum ve kandiller gibi süslüyor bu gece. Renklerin halay çekişi, göğün mumlar gibi bu gök kuşağının etrafını süsleyişi ve sıralanmış yıldızların kuşağımsı sıralanış ve görünüşü cezp ediyor ve insanı alıp götürüyor ötelere… 

Yüce bir nakkaşın ince ve tül tül nakışlarıdır bunlar. Gece karanlığında yıldızla ve ayın ışığında canlanan bir tablo ve ruhlanan renkler… Sarının, mavinin, siyahın ve isimsiz, adı konulmamış renk ve güzelliklerin sıralanıp dizildiği bu hengâme yolculuk için bulunmaz bir fırsat. Bu rüzgar ve manevi atmosferle gelen hoşluk insanın içine bir kanca atıp insanın önüne bir merdiven yayarak haydi ötelere diye tutuyor eli ve alıp içine, maveraya doğru adım adım götürüyor…

Bu bir gezinti, bu bir temaşa…

Mucize değil, kendini ve maksadı ve onu aşmaz hâşâ…

Ruh bedenle birleşip karanlık bir gecede

Kendi semasında çıkardığı bir kargaşa….dır bu.

Geceye renk veren bu kuşaktan saf saf, raf raf gönül semasındaki düğün için, kına gecesi için iniyorlar aşağıya. Gönlün derinine, zeminine ve yeni açılmış dal, budak ve çiçeklerin üzerine… Ellerinde ilahi iğneler ve çeşit çeşit nakış ipleri ve desenlerin en güzelini işlemek için ellerinde “ebarik”ler, “ke’s”ler, içindeki abı hayatı serpe serpe iniyorlar ve suluyorlar gönlün çiçek, gül ve güzelim nergislerini… Söndürüyorlar ateşlerini ve kapatıyorlar derin yaraların ve yarların üzerini. Mana ekliyorlar, mana tohumu dikiyorlar Cibril çavuşun nurdan ve güzel ameleleri. İşte yaratılışına anlam veremedikleri beni Âdem’in aşk ve nurdan müteşekkil gönül tarlalarına ekiyorlar habbelerini… Bakan görür şu parmaklıkların arasından gözlerini Sema’ya dikenler mutlaka rablerinin ayetlerinden bir kısım ayetleri görüp müşahade eder, basireti olanlar mutlaka ama mutlaka göreceklerdir.    Bu gece tenezzül ediyorlar, öyle bir tenezzül ki dillere gelmez, öyle bir tenezzül ki ancak gönüllere sığar ve asla kâğıtlara sığmaz… Kar yağar ya, kışın soğuk günlerinde, kelebeklerin çırpınıp uçuştuğu gibi. Kar değil gül ve gül yapraklarının o ahenk ve insicamlı ve büyüleyici yağışı gibi, milyonların birbirine değmeden yumuşak bir şekilde indiği gibi, kelebeklerin gül yapraklarına konduğu gibi, bir kanat diğer kanadın yerini doldurur ve bir diğerine değmez. Ve bütün gök kanat ve her yerde onlar iniyorlar, yağıyorlar ve geliyorlar. Arz onların inişiyle dopdolu ve adeta bembeyaz bir fistanın, seyir u temaşanın zevki, fevki ve güzelliklerin ve manaların derki ve eşsiz bir seyir ve doyumsuz bir temaşa içinde bak ve gör! Göremiyorsan yine bak, sonra yine dene, sonra benim gözlerimle bakmaya çalış ki aynelyakin görüp hakkel yakin bilip doyuma ve zevke ulaşasın. Baksana şu güzel ayın vechine, ondaki gözleri, sana dönük yüzleri ve ayetleri gör… Sen ki   nur-u Tur’dan indirdin. Götürdün onu Mısır’a, firavunların karşısına, sen dikilip hiç korkmadan hakikati haykırdın ve firavunun karşısında bir duruşa sahiptin. Şimdi nereye gidiyorsun. Bir Kıpti’den yola çıkıp Medyen’e mi ulaşacağını zannediyorsun? Hayır, senin hiç bir yere ulaşacağın yok. Hem medyen kuyuları çoktan kurumuş ve zalimler; Ne Şuayb’in hayvanlarını ne de onun kızlarını yaklaştırmıyorlar o kuyulara… Aradığın Musa Mısır’da, firavunun zulümleri altında, zulümle kurulmuş piramit gibi zindanlarda ömrün Musa’ları aramakla geçecek. Oysa sen Musa olmalısın ve firavunlara karşı koymalısın. Sen ayağa kalkmalı ve ”zalim hükümdarlara karşı hakkı haykırmalısın.” Bu gece! Ayrıca sen karanlıklarda bir ışık kadar aydınlık bir duruşa sahip olmalısın. Bilmiyorsan gel beraber gidelim, yürüyelim ta ayaklarımız aşınıncaya dek, yürüyelim Musa ve onun arkadaşı Hızır gibi… Ancak sen sesine ve nefesine nefsin gem ve yularına ayrıca ondan gelecek sayıklamaların hepsine sahip olmalısın ve takip edip sadece uymalı ve uygulamalı, arkadaşlığımızı bozmamalısın…                İlk durağımız aşk olacak ve biz aşkla, aşkı bulmak için çalışacak, çırpınacak ve çaba sarf edeceğiz. Aşkın gerçeğini bulmak için benimle birlikte sen de ateş olacaksın. Suyun, denizin üzerinde ateşimizle yol alacağız ne sen batacaksın ne ben ve hiç kimsenin, hiç bir fakirin gemisine karışmayacak, onu delmeyeceğiz. Zalimin zulmüne engel olacak gücümüz yoksa var olan gücümüzü fakirin gemisini delmek için de sarf etmeyeceğiz. Ve biz zalimin karşısında durup azimete sarılacağız. Ateşimiz çoğalacak, eriyeceğiz. Aşkımızın ateşi yangınımızı yakıp tutuşacak ve tutuşturacak. Ateşler ateşimizde eriyecek, biz de yana yana erime noktasına ulaşacağız. O ateşle denizlerin üzerinde gemilere muhtaç olmadan akacak, ne asa kullanacağız ve ne de Musa olacağız, suyun kenarında verdiği sözün altında ezilmemek için yakaran ve göklere mat gözlerle bakışlarını çeviren Musa… Ümmeti için kabına sığmayıp hemen galeyana geliveren Musa… Biz mızmızlanan İsrailoğulları gibi değil, biz ateşin oduna işlediği gibi yollara ve sulara işleyip dağları ve denizleri aşacağız. Ateşimiz bize denizde kuru yollar açacak ve biz yürürken toz duman olacak… Evet bana inanmayabilirsin. Ama şunu bil ki en yüksek derecelere aşkla çıkılmış, en yüksek dağlara aşkla, en uzak hedeflere yine aşkla varılmıştır. Biliyorum ve görüyorum ki tatmin olmamış hala daha fazla açıklama istiyorsun. Oysa yolumuz devam etmeli, sen açıklama istesen de arkadaşlığımız sürmeli ve yolculuğumuzu sabrınla sonuçlandırmalısın. Yoksa aşkla çıktığımız yolun yarısında birbirimizi sorgulamaya kalkışırsak gördüğümüz gök kuşakları ve elvan-ı sebalar, gökten yağan kelebekler, güller ve nur hüzmeleri, nurun yansıma ve tecellileri kaybolacak… Birbirimize iman etmeliyiz… Birbirimize olan aşkımızı tecdit etmeli Adalet üzre yeni bir temel inşa etmeliyiz. Ve bu ana kadar ki yolculuğumuzda gördüğümüz zorluklar, katlandığımız meşakkatler, çileler ve hayırda yürüdüğümüz için ulaştığımız manevi derece ve basamaklar, elde ettiğimiz sermayenin tamamını bir anlık kararın gölgesine gömmemeliyiz. Biz gömülsek de, biz ölsek de içimizdeki korların alevlerini, korlarını ve ruhunu öldürmemeli, ölmesine izin vermemeliyiz ve o ateşi Tur’dan indirip kendimizi ve kavmimizi aydınlatmak için avuçladığımız nur korlarını küle dönüştürmeliyiz. Haydi, biraz daha sabret ve biraz daha susup katlanmaya çalış, biraz daha tanı ve alış…    Gel yolumuza devam edelim. Dalmak yok, inmek yok, düşmek yok. Dünya semalarında değil göklerde, gök kubbenin altında, arzın üzerinde yıldızlar misali gezelim. Dünyalaşmayalım, inmeyelim… Çünkü bu “laib” ve “lehw”ün ta kendisidir, çamur ve bataklıkta oyalanmayalım ve çocukların daldığı gibi dalmayalım. Ama sen hala sıyrılmamış gibisin. Dünyaya olan bağlılığın ve bağın kopmamış ve sen benimle yürürken ikide bir geriye dönüyorsun ve sana çocuklar gibi görünen dünyaya muhabbet ve sevgi gösteriyorsun. Senin bu alçak bağdan kopup yükselmen lazım! Gerekirse o çocukların boğazına sarılacağım ve bu bağı koparacağım ve seni yükseklere çıkaracağım. Gel çıkalım yükseklere, aşalım gök kuşaklarını, yıldızları, ayı ve gezegenleri aşalım… Bakıyorum da hala gözlerin gerilerde. Acıkmış ve açlığını yiyeceklerle ve dünyayla gidereceğini zannediyor gibisin. Hayır, bu boşluk ruha ait bir boşluk! Oysa mideyi deniz kenarında balığın suya atılıp yüzmeye başladığı yerde doldurmuştun. Şimdi duyduğun bu şiddetli dürtü tamamen ruhsal bir dürtüden ibaret, bu boşluğu yemekle değil bilakis bunu yetimin ve yetimlerin yıkılmış duvarlarını, çatlamış duvarlarını onarmakla doldurabilirsin. Fakiri, mazlumu, yoksulu, sahipsizi doyurmak, gözetmek ve korumakla doyurabilir, doldurabilirsin. Allah için, Allah’ın dini, davası ve maslahatı için iyilik ve güzelliğe sahip çıkacağız ve sonra yükseklere çıkaracağız, orada “bahr-ı ledun”a uğrayıp Rabbimizin ilim deryasından bir iğneye takılan damla kadar alıp geriye döneceğiz. Dünyayı aydınlatacağız ve bütün mazlumlara sahip çıkacağız. Duvarlarını onaracağız ve onları hazinelere kavuşturacağız, karşılık beklemeyeceğiz, inmek, düşmek, eğilmek yok, sadece yükselmek var ve yürümek ve rızaya ulaşmak için bu yolda çabalamaktır. Sana çıkalım, gidelim diyorum, oysa sen onardığın duvarlar için bedel ve karşılık istiyorsun. Bir lokma ekmek için, ebedi güzelliklere ulaşma yolunda kararsız kalıp gecikiyorsun. Sorular sorup illa midedeki boşluğu doldurmakta ısrar ediyor, ilahi güzelliklerden, ilimden ve rızadan yana değil de dünyadan yana meylini izhar ediyorsun. Oysa biraz sabretsen İsa’nın havarilerine verilen sofradan kat be kat üstün ve zengin olanları bahşedilecek. Biraz meşakkat ve zorluğa katlanmayı göze alırsan daha nice nimetlere ulaşırsın ki hem ruhun hem gözün hem de bedenin doyar… Aşk durağını, gök kuşağını geçemedik, geçemiyoruz dostum! Çünkü gözlerin birisi ileride, birisi geride, bir ayak ileride bir ayak geride ve sen iki ayak arasında, arasındakine takılıp kalmaktasın. Ne ola ki bu vucudun içinden bir köprü misali geçmekte olan bu boru, Ve sen ona takıldıkça bir bulut gibi sarıp sarmalayarak gölgeliyor nuru…. Gönüldeyse bir kararsızlık var. Oysa aşk durağını geçmek için büyük bir kararlılık, samimiyet, ihlâs, takva ve iman gerekiyor. En önemlisi de aşk; menfaati, nefsi ve enaniyeti, tamahı ve korkuyu kabul etmez. Aşk erimektir. Erimek, yok olana dek ateşi avuçta taşımaktır. Aşk, ateş olmak ve sönmeden suların üzerinde yürümektir. Ebediyete talip olup, faniden geçmektir.         Gök kuşağının çeşit çeşit renklerine ve göğün basamaklarına, yıldızların veçhine, nurdan simalara mutalli olmak ve ebediye faniden geçip ulaşmak burada aşk olmak, âşık olmak ve ateş olup yanmaktan geçer. Veilla, fanisi cennet olanın bekası ateş olur… ”Onlar ehilleri içinde masrur idiler…”  Ateşime gel ey şaşkın, zira ben Tur’um Tur’un sağ cenahındaki o ağacın gölgesinde tutuşmuş- Sana gelecek ve ışık vadeden gerçek bir nurum… Beni Musa aldı eline o karanlık gecede ve Muhammed yaktı… Ben terk ettiğin kitabın arasında mehcurum… Arıyorsan yıkık ve virane bendimin arasındaki hazineyi- Allhın değişmez ve bozulmaz dediği kelimeyi… Sen sen ol el uzat ve beni onar- ki hazinemin güneşi, gölgesi neslinin üzerine doğar…

İsmail AMEDİ (25/09/2012)



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.