Yabancılaşma Temayülü

Yazar: on 10 Haziran 2020

“Dünyanın genelinde son yıllarda yapılan bir kamu araştırmasına göre dünya nüfusu giderek tanrı inancını yitiriyor. On yıl önce dünyanın yüzde yetmiş beşi kendini dindar olarak tanımlarken bugün bu oran yüzde altmışın altına düşmüş durumda.” Diye başlayan bir yazı gördüm gazetede. Dünyevileşmek –sekülerizm- dediğimiz bu mefhumun azizliğine uğramayan kalmıyor. Tabii ilk sırayı içinde ‘en’ cevherini barındıran eşref-ül mahlukat çekiyor. En cevherini ifsada uğratarak bu dünyevileşmek belasını başlatıp ivme kazandırırken  en çok da kendi başını yiyor. Çevre desteğiyle birlikte içinde büyüttüğü yıkım dalgası kendini krize sürüklerken ötekiyle de bozuk bir ilişki tesis etmesine sebep oluyor. Görünen o ki dünyevileşmenin bizden götürdüklerinin başında tefekkür geliyor. Çağımızın bu külli şeytanı düşünce mahremiyetimize tecavüz ederek başlıyor bu işe. Fikriyatımızın muhtevasını kendi tasarrufuna aldıktan sonra, düşünme –düşünebilme- hürlüğümüze de el uzatıyor müstehcen bir şekilde. Akıl bir süreliğine de olsa tefekkür yetisini yerine getiremez olunca da nihayetinde o ve ona dair tüm melekelerimiz gayri ihtiyari elimizden gidiyor. İbn Haldun’un dediği gibi ‘İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine bir şey atmazsanız kendi kendini öğütmeye başlar.’ Peki ne zaman başlıyor bu düşünmeme süreci? Sadece anı düşünerek yaşadığımızda. Anın sonrasını, yarınını, hayatın tamamını ve de hayatın sonrasını düşünmeyerek… Hayat üzerine üretilen bir misyon olmadığından hayat sonrası veyahut hayat öncesiyle  zaten alakadar olmuyoruz. Etrafta gördüğümüz akıl –dolayısıyla taakkul-, fikir –dolayısıyla tefekkür- sahibi olması gereken insanlar yaşama amacını kaybetmiş, onları insan yapan melekelerinden bihaber varlıklara dönüşmüş vaziyetteler. Hayat ağacına fıtrat gereği tutunmayan, rüzgarın estiği yöne savrulan varlıklara… 

Ve başladık kendimizle, doğayla savaşmaya. Kendimizle savaşıyoruz; sadece bedenimize yatırım yaparak, dış görünüşten ibaret olduğumuzu sanarak (Bir günlüğüne bedenler yerine ruhlar görünce halimiz nice olurdu?). Estetik sektöründen tutun (dünyada estetik yaşı kadınlarda 15, erkeklerde 16’ya düşmüş vaziyette) kozmetik sanayiine kadar, kapital sistemin dönen çarkları arasında herc-ü merc olarak. Yazılı ve görsel basın insanlardaki güzellik algısını şekillendirdiği gibi tek tipleştiriyor da. Gençlere baktığımızda neredeyse tamamı aynı tornadan çıkmış gibiler. Güzelliğin tezahürü estetik ve sanattır evet ama biz oradaki estetiği yanlış anladık sanatı zaten hiç anlamadık. Bir hocamın anlattığı güzel bir anektodu paylaşmak istiyorum. Bir okul öncesi kurumundaki bir öğrenci elinde tuttuğu barbie bebeğe bakarak ‘ne kadar da güzel ama ben değilim.’ Demiş. Hocamsa ‘Bebeğine söyle konuşsun, yazsın ya da yemek yesin. Yapabilir mi?’ diye sormuş. Küçük kız hayretle dinlerken de devam etmiş ‘Sen bunların hepsini yapabiliyorsun. Hanginiz daha mükemmel?’ Vaziyet bundan ibaret. Ellerine küçücük yaşta tutturulan barbieler gibi olmaya çalışıyor kızlarımız. Zayıf, bol makyajlı ve aynı tornadan çıkma… Bu şekilde dünyaya geliş misyonlarını yerine getirebilirler belki ne dersiniz?! 

Nebatatla savaşıyor; genleriyle oynayarak. (GDO) Kararmayan elmalara, dikdörtgen karpuzlara, henüz civcivken antibiyotiklerle beslenerek hareketsiz bırakılan, sadece et oluştursun diye hormonlarla büyütülen tavuklara varana dek. Malumumuz ki GDO’lu besinler insanların sağlığıyla oynamasının yanı sıra ülkeleri dışa bağımlı hale getirebiliyor, kısırlaştırılmış tohumlarla beslenen insanlar tohumlar gibi kısırlaşabiliyor. İnsan doğayı tahrif ettikçe doğa da insandan intikamını alıyor. Turfanda meyve-sebzenin olmadığı; kışın, yaz meyve-sebzesini yazın, kış meyve sebzesini özlediğimiz zamanları özler olduk.

Hayvanatla savaşıyor; insan-hayvan (kimera) ya da hayvan türleri arasında çaprazlama karma ırklar oluşturarak. İlk kez 2003 yılında üretilmeye başlanmış kimeralar arasında insan spermiyle tavşan yumurtasının mikro zigot enjeksiyonu yöntemiyle birleştirilmesi neticesinde genpet adını verdikleri, piyasaya sürerken ‘doğa bunları yeniden tanımladı.’ Deme cüretini gösterdikleri ve bu yarı hayvan yarı insan canlıyı çocuklara oyuncak olarak sattıkları bir utanç vesilesi var mesela. Bunları doğayı –eşyayı- emanet değil mülkiyet bilerek yapıyorlar. Kendi tasarrufunda olduğuna inanıp tahakküm ederek. “Ne kötü hükmediyorlar!” (Ankebut,4) Bu fani dünyadan göçtüğünde taş taş üstüne koymamış, Allah Teala’nın ‘Hiç düşünmez misiniz?’ ayetini muhatap almamış arkasında mezar taşından başka şey bırakmamış olarak gidiyorlar. Ne malları ne de kazançları kendilerine fayda sağlamadan…Ve hiç sormuyorlar: ‘Fe eyne tezhebun?!’ (Bu gidiş nereye?! Tekvir-26) Bu yabancılaşma temayülü, müsebbibi zahiri ve batıni bir sürü olgu ve olay olan, insan fikriyatını ve dolayısıyla hissiyatını emerek beslenen ve gittikçe güçlenen bir çağ canavarı.  Bütün bu süreç kişiyi fıtratına yabancılaştırmakta, Allah’ın boyasıyla boyanmaktan alıkoymakta, O’nun ipine sımsıkı tutunmasına mani olmakta. Yalnız O’nu anmak ve hatırlamakla mutmain olacak hasta gönüllerimizin taş kesilmesine sebep olmaktadır. Anlam arayışlarımızı tüketimde ve yıkımda bulacağımızı zannetmemiz de hep bundandır. Bugünkü biriktirme arzusundan, her eşyayı-insanı-ilişkiyi metalaştırmaya yönelik eğilimimizden tutun da -bizi sanki ölümsüzleştirecekmişçesine- sahiplik iddiasında bulunmamıza sebeb olan mülkiyet aşkımıza kadar her şey, işte bu çoğulcu fıtri uzaklaşmadan, fıtrata yabancılaşmadandır. Komşumuzun acısından, açlığından bihaber bireysel dünyamıza yönelik yaşayabilme umarsızlığı dahi bundandır. Bazı insanların çöpe attıklarıyla bazı insanlar hayatlarını idame ettiriyorsa yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu kesindir! Pekala bu ahval ve şeraitte Rabbimiz bize ne diyor? “Doğrusu biz, görünen ve görünmeyen iradeli varlıklar içinden akleden kalpleri olup da kavrayamayan, kulakları olup da işitmeyen, birçoklarını cehenneme atmışızdır. Hayvan sürüleri gibidir bunlar! Onlar kendi kendilerine yabancılaşmış olan zavallılardır!” (Araf, 179)

Kübra ÜÇÜNCÜ ORHAN



“Yabancılaşma Temayülü” için 1 Yorum yapılmış

  1. Rukiye dedi ki:

    Kendimizi içinde bulduğumuz ve sorgulamadan benimsedigimiz modern(!) yaşam olanaklarının bizden en değerlilerimizi nasıl aldığını çok akıcı, güzel anlatmışsınız. Ne zaman bitti anlamadım doğrusu ? Kaleminize sağlık

Rukiye için cevap yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.