Cennetten Çok Uzakta

Yazar: on 12 Haziran 2020

Oldum olası kendimi bir yere ait hissedemedim. Ama şunu iyi ki biliyorum: içine doğduğum şu ‘dünya’ dediğimiz yer pek de iyi bir yer değil. Kendini arayarak yaşayan –yaşamaya çalışan- köksüz, oradan oraya savrulan yapraklara dönmüş vaziyetteyiz. Çünkü nerede olduğumuzu bilmiyoruz –bulanlar ancak arayanlardır.- Kimine göre zevk-ü sefa yapma yeri, kimine göre bir amaç edinip o amaç için savaşma yeri kimine göreyse ‘işte geldik gidiyoruz’un telaşesi… 

Bulunduğum yeri nasıl mı tarif ederim? Denildiği gibi ‘Cehennem boş, maddi manevi tüm şeytanlar burada.’  İşte öyle bir yerdeyim ki hiçbir şeyin kemaline ulaşamıyor, kamil olan hiçbir şeyden söz edemiyorum. En’ler biz nefes alıp verenler –canlılar ve cansızlığa nişanlılar- ve bir gün nefes alıp veremeyecekler için asla çıkılamayacak noktalar. Kamil dediğimiz mertebe de kulaktan kulağa fısıldanan bir masaldan başka bir şey değil –“artık ruhumuzu ısıtacak bir masal kalmadı ama belki sabah olur” (Tarık Tufan)- Kamil dost, kamil hoca, kamil öğrenci, kamil anne, kamil evlat, kamil vatandaş… Hangisi imkanlı? Hangisini ağzımıza alırken hakikatin verdiği saygıyla huşu içinde ürperebiliyoruz? Ne saygı ne de ürperme gerçek değil evet. Çünkü ortada hakikat yok. 

Kemal nokta ölüm müdür acaba? Olmadan bilinmeyecek dolayısıyla bilmeden olunmayacak olan. Kemal nokta mıdır bilmem ama kemal eşitliğin olduğu bir nokta olduğu kesin. Sadece canlıların yaşayabileceği ve de tüm canlıların yaşayabileceği, yaşamadan bilemeyeceği hakikat! Bu durumda öldüğümde mi oldum diyeceğim? Dünya ağacında ermeyen meyve ölüm toprağında humus olabilir mi? Canlı halim güzel işler yayamazken leşim kokudan başka ne yayabilir? Yoksa ölümü kamilleştiren hakikate vasıl olunan son durak olması mı? Öyle bir durak ki vasıtayı da vasıl olanı da yüceleştiren!  Fakat vuslat olgusu ölüm anıyla başlamadığından daha hayat yolundayken vasıta da insan da makul olmalı ki vuslatın mahiyeti aziz olsun. Bunca laf-ı güzaftan sonra vardığımız mana Efendimiz (sav) ‘in hadisi ‘Nasıl yaşarsanız öyle ölür, nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz.’ Oluyor. 

Peki nasıl bir yer?

Hani öyle bir yer ki burada hem kendimi bir yere ait hissedemiyor hem de bir yere ait olmak için türlü acılara katlanıyorum. Ait olacağım yerler ya da insanların alnıma yapıştıracağı etiketler ve de onların etiketlerinden roller, paylar kapmaya çalışarak… Gözümü açtığım anda mücadeleye başlayarak… Yarının ne getireceğini bilememe endişesi belki de hiç yapmak istemediğim, istemeyeceğim şeyleri yaptırıyor. Bu acımasız yerde kendimi tanıtırken adımı söylemem yetmiyor. Adımdan, benliğimden, kalbimden daha önemli şeyler var. Hayatımı neyle idame ettirdiğim mesela. İşim yani mesleğim, makamım, mevkim, dolayısıyla param. Hani öyle bir yer ki adımdan önce öğretmen, doktor, mühendis, avukat vb gelecek. Gelecek ki tek başına pek bir cüretkar ve sevimsiz duran adım beni anlamlandırsın(!) Beni olduğum gibi kabul etmeyen, tanımlamak için başka başka adlandırmalara gerek duyan bir yer işte burası.

Hani öyle bir yer ki emin olabildiğim hiçbir şey yok. Öncelikle benim olan hiçbir şey yok. Sahip olmayı iddia ettiğim andan itibaren ait oluyorum. Emin olduğum, bir iddiaya sahip olduğum andan itibaren de iddiamı çürütecek daha okkalı bir iddiaya sahip oluyorum(!)  Hani öyle bir yer ki bana ait bir şeyin olmadığı gibi zamanı bile bana ait kılamıyorum. Yarının bana neler getireceğini bırakın, benim için yarın olacak mı onu bile bilemiyorum. Benim olup olmayacağımın kesin olmadığı dünyada, dünyanın olup olmadığı da kesin değildir. Çünkü benim dünyam bensiz hiçtir. Ben yoksam dünyam da yoktur. Yarın olacak mı bilemezsem, yarın benim olup olamayacağımı, dolayısıyla dünyanın olup olamayacağını da bilemem. Şu halde de her daim biri kaçmaya diğeri kalmaya odaklı ayaklarım da ne yapacaklarını bilemez haldeler. 

Hani öyle bir yer ki bugün severek edindiğim hiçbir şey sonsuza dek benimle olmayacak. Çünkü sonsuz dediğimiz mefhum biz nefes alıp verenler için nefes alıp verdiğimiz sürece sonsuz kadar uzak!  Ben olmadığımda sevmemin de edinmemin de hiçbir anlamı kalmayacak. ‘Ee sonra?’ sorusuna hiçbir zaman cevap alamayacağım. Yani belki de uzun lafın kısası anlamın az, acının çok olduğu bir yer.

Hani öyle bir yer ki hayal diye fikir diye bir şeyler var –kurduğumuz tüm hayallere rağmen değişmeyen dünyanın şerefine-  O küçük ama güzel kapılar da olmasa zavallı fani aklımız da artık yerinde olmayabilir. Çünkü iyi bir yer değil. İyi olsa ötesi düşünülür berisine dair hayaller kurulur muydu? Daha iyisini ya düşleyeceğim ya da düşünüp üreteceğim zira şu haliyle katlanılır dert değil.

Hani öyle bir yer ki bugün etrafımda olanlar yarın yok. Dün olanlar bugün yok. Evet değişmeyen tek şey değişimin kendisi de her değişim bu kadar acıtmalı mı ? Hayatımın sonuna kadar hayatım ve ben varız ki ben ve hayatım bile değişim gösteriyoruz. İnsan sabit bir can simidine de tutunmak istemez mi?

Hani öyle bir yer ki yeşili, mavisi, güneşi, ayı olsa dahi kaçasımız gelir. 

Hani öyle bir yer ki kötülüğün gizli kalabildiği, birileri ağlarken diğerlerinin müstehcen edalarla gülebildiği bir yer! Öyle bir yer işte! 

Evet buradayız, dünyada. Cennetten çook uzakta!

Kübra ÜÇÜNCÜ ORHAN 



“Cennetten Çok Uzakta” için 1 Yorum yapılmış

  1. ismail amedi dedi ki:

    “kemal eşitliğin olduğu bir nokta olduğu kesin. “bu cümledeki kemal ne, nasıl bir şey doğrusu herkese göre değişebilir bir şey ama kesin olan bir şey var ki Ne kamiller eşit ne de kamillerin toplandığı yerde karşılaşacakları tablo ve şartlar eşit…
    Kemal eşitsizliği ama beraberinde olgunluğu veya adaleti gerektiriyor diyebiliriz…
    bir kamil var gerisi kamil geçinip aldanan nakıslar ve işte bu yüzden kemal için eşitlik söz konusu olamaz!
    (galiba)….
    Gerisi güzel olmuş elinize sağlık.

Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.