Rahat, Ritüel ve Batı

Yazar: on 7 Ocak 2024

Yüreğime bir söz söyleyin ki şu kahrolası ateşim dinsin. Bana da birkaç hançer saplayın şu öfkem daha bir alevlensin. Kurşuna dizin kirli bedeni ruhun isyan alevleri insin. Ruhumun İsa’sını çarmıha gerin, Meryem’i başucunda inlesin.

Bana, ülkeme, ümmete ve bütün değerlerime saldırıyorlar her gün her saat her dakika her an. Dönüp baktığımda saldırganlara cesaret verenin onları davet edenin ben olduğunu görüyorum. Davetiyenin altında adım, faturasında ıslak imzam duruyor. Kimse duymasın demeyeceğim zira artık her şey ayyuka çıktı. Şimdiye kadar saklayıp gizlemek işe yarıyordu belki. Utancımı (utancımızı) bir nebze olsun perdeleyip örtüyordu ama artık mümkün değil. Aksine şimdiye kadar bize yapılan saldırılardan artık mazoşist bir zevk veya haz aldığımızı belirtmek isterim. Ben de bunu tekrar eden saldırıların ardında verilen şekerlerden anladım.


Alışkanlıkları artık terk etmek gittikçe zorlaşıyor onun için zamanla saldırganların ayağına kendin gider oluyorsun. Her şey tekdüze ve rutin bir hal alıp normal bir seyre giriyor. Neden olur? Nasıl olur? Neden olduktan sonra devam eder?” bilemiyorum. Onun için “herhalde kazanılan alışkanlıklar ve terk edilemeyen ritüellerden dolayı oluyor” demek dışında bir şey diyemeyeceğim.


Dindar, mütedeyyin ve muhafazakar kimliğimize rağmen bu taciz ve saldırılara karşı sessiz durmaya nasıl alıştırıldık! “İngilizler Hindistan’ı sömürge altına alır. Bir İngiliz yüzbaşı bir Hintliye tokat atar, Hintli onu fena halde pataklar. İngiliz yüzbaşı amirinden öldürme izni ister ama Amiri:
-Git ondan özür dile. 100 bin rupi de para ver. Bu bir emirdir” der.
Emir gereği mecburen bunu yapar ancak bir gün amiri yüzbaşıyı çağırır ve:
-Git İş adamı olan düşmanını milletin arasında istediğin gibi patakla der. İngiliz subay gidip adamı döver, söver, işkence yapıp her türlü hakareti yapar ama adamın sesi çıkmaz. Komutana gelip sorar:
– İlk zamanlar onun parası, malı yoktu ama şerefi vardı. Sen şerefli birine hükmedemezsin. Şimdi onun çok malı vardı ama artık şerefi yoktu. Bu sebeple onu dövdüğünde sesi bile çıkmadı.” der.


İşte bizim durumumuz tam da budur. Şu an şeref, haysiyet ve onurumuzu almışlar onun yerine rahat ve tekdüze bir hayat vermişler. Dindarlığımız mı? O da bir alışkanlığa dönüştü. Hayatın rafında bir aksesuar oldu. “Ritüel”; ne onsuz oluyor ne de büsbütün onunla. Din dediğimiz şey zaten bir elbiseden ibarettir. Üstüne giydikten sonra istediğin kadar altını üstünü kirlet. Yıkadıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi temiz bir elbise giydim diye gezebiliyorsun. Din kirlenmiyor ve sen de bataklıktan çıkıp yıkanınca temiz gibi görünebiliyorsun.


Vahşi ve dehşet verici olan şu: bakirliğin bozulmasından sonra, asalet ve bekaret söylemiyle, riyaset ve siyasete girişip bütün dünyanın ve tecavüz ettiğinin gözlerinin içine baka baka masumiyet, adalet, hak ve doğruluk edebiyatı yapabilmektir. İnsan tecavüzcü bir varlık ve aynı zamanda tecavüzcüsüne aşık olabilen yegane varlıktır. “Peki tecavüzcüler bu cesareti nereden alıyor?” diye sorulacak sorunun cevabı oldukça basit olur.
Elbette tecavüze uğrayanın ahmaklığından alıyor. Onun ahmaklığının sonucunda oluşan mazoşist, aşağılık zevk alma duygusuna kapılmasından bahsetmek bile istemiyorum. Zira insan aşağılık mertebesine düşünce artık çamurda çırpınmadan, boğulmaya kadarki hayat seansları oyun ve eğlence algısıyla yer değiştiriyor. Hayat insana korkunç bir oyun oynuyor. Tecavüzcüsüne aşık olup tecavüzden zevk alma noktasına geldiğinde insan olma değerini yitirip hayvan olmanın da aşağı derecelerinde çamur ve pisliğin içinde ölüme mahkum bir hayat yaşamaya başlıyor.


İslam alemi olarak bu durumdayız. Çamur ve pisliğin en dibinde bataklığın ortasında oynamakta, oyalanmaktayız. İşin ilginç tarafı bunu; ya din sanmakta, ya din adına cihad ve mücahade ya da tebliğ ve ihtida hareketi (yani Allah için bir çaba) zannedebilmekteyiz.
Aşağılık, çirkef, rezillik vb kelimelerin hiç birisi bizim durumumuzu, halimizi yansıtmaya yetmiyor. Batılı kendimize din ve batılıları kendimize örnek ve rehber alalı beri fosseptik deryasında boğulmaya kendimizi demirlemiş, gidiyoruz.


ABD’si İsrail’i Avrupa’sı yani batılı, batıl medeniyetin haçlı temsilcilerinin bize tecavüzlerinden zevk alıp onlara aşık olmaya başladığımız günlerden beri öldük, bittik, helak olduk. Düşmanlarından merhamet ve adalet beklentisi içinde olan zavallıları bir tarafa bırakacak olursak. Demokrasi, Laiklik, sosyalizm, komünizm vb batılı ve batıl ideolojilerini bize zorla dikte edip beynimizi tacize devam ederek bize yeni beyin takımları, yeni yöneticiler, yeni elit tabakaları yetiştiriyorlar. Yani taciz ve tecavüzlerinden özel çocuklar, seçkin bir tabaka meydana gelip yönetimimize talip olmaktadır.

Uyanmak, direnmek, başkaldırı, değişim, özgürlük mü? Bunlar hayatımızla bile alamayacağımız kadar pahalı ve lüks şeyler.
Biz ölürüz onlar kazanır. Biz direniriz onlar kazanır. Biz başkaldırırız onlar yönetir ve her şey yine onların istediği şekilde şekillenir.


Yok mu bir çaresi?
Aslında var. Yönetecek biri bırakmayacak şekilde hepimizin bir başkaldırıda ölmesi.
Gazze gibi
Gazzeli bebekler gibi
Gazzeli kadınlar gibi
Hiç mi sağ kalmamak yani?
Kalan olabilir tabi, Ebu Ubeyde gibi kalmak varsa.
Ama bizim gibi değil kesinlikle
Muhammed Muhammed Dayf gibi yani.



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.