İnsan Denen Muamma 

Yazar: on 27 Ağustos 2022

Ne istediğini bilmeyen ya da istediğini hep olmayanda arayan beş harfli ama milyon hisli varlık. Bir sineği düşünün mesela, sineklik yapmaktan başka ne yapar ömrü boyunca? Süresi doluncaya kadar ya da kendinden kat be kat büyük ne olduğunu bilmediği bir cisim ona doksan km hızla çarpıncaya kadar. Daha aldığımız o ilk nefes ciğerimizi yaktığında elimize hayatı yaşama kılavuzu verilseydi keşke. Hiç değilse bir sinek kadar bilseydik hayatı, olduğumuz şey gibi yaşamayı. Ya da hayattan istememeyi, beklenti içinde olmamayı öğreten başka bir şeyler olabilseydi. Çünkü engin varlığımızla daracık dünya kalıbına sığmaya çalışmamız sadece yorucu ve hatta gülünç. Aslında şair hayatı çözmüş ve bizlere de bırakmıştı ipucunu ‘burası dünya, ne çok kıymetlendirdik, oysa bir tarla idi, ekip biçip gidecektik.’ 

    Varoluş sancıları ile kıvranan aslında belki önce kendisine ve sonrasında herkese sağır olmak isteyen ama makus bir kaderin pençesinde farkındalık hapishanesinde olan o muamma. İçinde bir yanı koşmayı severken diğer yanının aslında çok yorgun olması. İçinde bir yanı konuşmayı severken bir yanının suskunluğu araması. Olmayacağını bile bile bazen o suskunluğu, yorgunluğu paylaşmayı arzulaması. 

    İnsan ne için tasarlanmıştı? Tekamül? Medeniyet? Toplum? Hangisi olmalıydı veya hangisini oluşturmalıydı? Akan hayatın peşinden mi koşmalıydı? En acısı da akan hayatın içinden koşmak isteyen ama o akan hayatın ne kadar boş olduğunu da bilen, yalnız olmak isteyen ama kendi türüne ihtiyacı olan, hayatı yaşamayla yaşamama arasında gidip gelen gidip gelen o bitip tükenmeyen çelişkiye kurban olmaktı belki de. 

    Bir de şöyle bir handikap söz konusuydu; eşyanın yasası gereği önce bilip sonra olurdu her şey. Bilmeden olunmazdı. Ama kimse bize sormadan biz insan olmayı bilmeden, insan oluverdik ve sonrasında insan olmayı bilmeye çalıştık. Belki de çalışmadık. Ya da insan olmayı istedik mi? Varlığımızın ilgi ve alakayla yaratıcı tarafından seçildiği müjdesi ile veya yaratılanların en şereflisi olduğumuz -eğer kendimizi aşağıların aşağısına düşürmezsek- umuduyla insan olmak bize göz alıcı bir hediye paketi gibi gelmiş olabilir. Fakat yaşarken gördük ki bu kısıtlılıkla ama bu akılla yaşamak, kainat ayetine şahit kılınmak dağların bile taşıyamayacağı kadar ağır bir sorumlulukmuş. Eğer yaratıcı tarafından seçilmişlik müjdesi, mahlukların en şereflisi olduğumuz umudu varsa, bir hak/mertebeden söz ediliyorsa anlamalıydık ki bunun beraberinde gelen yükümlülüklerimiz de olacak. Fakat bizler o kadar potansiyeline küçük, ideallerine büyük kalan varlıklarız ki tabiri caizse şımarıkça yaşadığımız ontolojik kaygılar, şahsi ruhsal bunalımlar bizi nihai emelimiz için yaşamaktan alıkoyuyor. 

    Temennim odur ki yaşam amacımızla mutabık şekilde varoluşumuzu tasdik eder müjdelendiğimiz o mertebeye layık yaşarız. 



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.