Diriliş Fikrinin Mimarı: Sezai Karakoç

Yazar: on 16 Kasım 2022

Şair o büyük ağıtçı geldi dünyamıza

Günlerce gecelerce ağlattı bizi

İrili ufaklı ölenlerimizin ardından

Öldü ve kendi ağıdını yazmadan gitti.”

        16 Kasım 2021 Salı günü 88 yaşında, ebediyete intikal eden Sezai Karakoç; takipçilerine şiir, hikâye, hatıra, düşün ve edebiyat yazılarından oluşan bir külliyat ile bir medeniyet mefkûresi ve diriliş fikrini miras olarak bıraktı. Neredeyse bir asra tekabül eden hayatı, inandığı gibi yaşamış, yaşadığı gibi de inanmış bir dava adamının portresidir. O bir derviş gibi bir hayat sürmeyi bilinçle tercih etmiş; para, pul, şöhret, mevki, makam sahibi olmak gibi her insanı raydan çıkarabilecek imkân ve fırsatları elinin tersiyle reddetmeyi bilmiştir. Ece Ayhan’ın bu konudaki mükemmel tespitiyle Sezai Karakoç: “Mülkiyetsiz üç Mülkiyeliden biridir”.

          Sezai Karakoç,22 Ocak 1933’te, Cumhuriyet’in onuncu yılında, Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelir. Babası Yasin Efendi, annesi Emine Hanımdır. Çocukluğu Ergani, Piran ve Maden’de geçer; altı yaşındayken ilkokula başlar.1944’te ilkokulu bitiren Karakoç, bu yıllarda okumaya merak sarar. Uzun kış gecelerinde babasının okuduğu Hz. Ali cenkleri ve Siyer-i Nebi ile tanışır. İlkokul yılları yokluk ve yoksunluk içinde geçer. Soğuk ve karlı kış günlerinde paltodan hatta ceketten bile mahrumdur. Bu karakışların aman vermediği savaş yıllarıdır. Kıtlık, yoksulluk ve karaborsayla çocukluk yıllarında tanışır. Bu olumsuz ve çetin şartlar, hayatı yeni yeni tanımaya başlayan Karakoç’u denebilir ki hayata erkenden hazırlar. Okumak büyük bir zevktir onun için. Yaşıtlarının gezip tozmaya, oyun oynamaya ayırdığı vakti o okumaya ayırır. Bir okuma kitabından eski yazıyı kendi kendine öğrenir. Bu yılları anlamlı kılan şu ifadeler kendisine aittir: “Geçmişin üstüne sanki kalın bir perde örtülmüştü ve biz okulda… ‘geçmişi unut, yeni yolu tut’ şiirleri arasında inkılabın istediği geçmişsiz ( ve elbet geleceksiz ) bir nesil olarak yetiştiriliyorduk.”( Hatıralar, Diriliş S.7, 5 Eylül 1988)

         Ortaokula Maraş’ta parasız yatılı olarak devam eder. Öğrenim hayatının bundan sonraki yıllarını aile ocağından uzakta gurbette tamamlayacaktır. Bu yıllarda öğrenme merakı, Karakoç’u ders dışı konulara yönlendirir. Ortaokula başladığı bu ilk yılda, Maraş’a evden götürdüğü kitaptan gizli gizli, kendi kendine Arapça ve Farsçayı öğrenmeye çalışır. Safahat’ı, Mithat Cemal Kuntay’ın Mehmet Akif’ini, Namık Kemal ve Ziya Paşa’yı, Arif Nihat Asya’yı okur;  Mesnevi Şerhi, Pendname gibi kitaplarla klasik kültürümüzü tanımaya başlar. Daha ortaokul çağında iki ciltlik bir İslam Tarihini okur Bir yandan da Arsen Lüpen’e, Peyami Safa’nın Cingöz Recai gibi polisiye romanlarına merak sarar. Ortaokulda öğrenciyken Büyük Doğu ile tanışması onun hayatı için bir dönüm noktasıdır. “ O güne kadar, İslam içimizde sakladığımız bir inanç idi. Kimselere pek açılamıyorduk. Yasak, mazlum ve mağrur bir düşünce gibiydi ruhumuzda. Âmâ işte, İstanbul’da çıkan bir dergide onu çağdaş üslupla savunan bir kalem vardı. İslam’ın yükselen yeni, canlı sesiydi bu. Bütün sıkıntıları göğüsleyebilirdim.” ( Diriliş S. 30, 13 Şubat 1989) 

        1947’de lise öğrenimi için Gaziantep’e gider parasız yatılı olarak. Aile ocağında geçen ilkokul yıllarını saymazsak Karakoç’un bütün öğrenim hayatı parasız yatılı olarak devam etmiştir. Lise birinci sınıftayken ağabeyini kaybeder. Yoksulluk, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkileri, rejimin dine karşı kötü tutumu ve ağabeyinin erken ölümü hüznün onda bir nevi tabiat olmasına sebep olur. Yine bu yıllarda derslerden arta kalan zamanlarını okumaya vermiştir. Ne ki bu yıllarda artık Batı edebiyatı ürünlerine ilgi duyar. Shakespeare, Goethe, Andre Gide, Stendhal, Proust, Dostoyevski, J. J. Rousseau’yu bu dönemde okumaya başlar. Dur durak bilmeyen bu genç zihin, yazmayı da ihmal etmez, yazdıklarıyla hocalarının dikkatini çeker. Okulun duvar gazetesini neredeyse tek başına çıkarır. Bir yandan da şiirle uğraşır, şiir denemeleri yapar. İlk yazısı Gaziantep’te yerel bir dergide yer alır. Büyük Doğu’ya birkaç yazısını da gönderir. Gelen cevabi yazıda genç yazar adayına övgü vardır. Büyük Doğu Cemiyetine üyeliği de kabul edilmiştir bu arada.

        Liseyi bitirdikten sonra üniversite okumak için İstanbul’a gider, amacı felsefe okumaktır. Babası, İlahiyat okumasını istemektedir gerçi. Ne ki üniversite için yeterli maddi imkânlara sahip değildir. Parasız yatılı imkânı olduğu için Siyasal Bilgiler Fakültesi bursluluk sınavına girer, sınavı kaybetme ihtimalini düşünerek İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümüne de kayıt yaptırır. Gönlü İstanbul’da kalıp Büyük Doğu’da bir nefer gibi çalışmaktan yanadır. Bu sırada Necip Fazıl’la da tanışmıştır. Büyük Doğu fikrinin mimarı Necip Fazıl, Karakoç için çok şey ifade etmektedir. Sonraki yıllarda inişli çıkışlı bir ilişki yaşayacak olsa bile Necip Fazıl, Sezai Karakoç’un fikri üstadıdır. Fikirlerinin ilham kaynağıdır. Sınav sonuçları açıklanır, burslu olarak kazandığı Siyasal Bilgilere kayıt yaptırmak için Ankara’ya gitmesi gerekir. Ancak cebinde tek kuruş kalmamıştır, bir arkadaşından borç alır ve Ankara’ya gider. 1950’de o zamanlardaki adıyla Mülkiye’ye kaydını yapar. Bir yandan okul dersleri öte yandan lisede başladığı Fransızcasını geliştirmeye çalışır. Fransız sembolistlerini, Mallarme ve Verlaine’in şiirlerini Fransızcasından okur. Şiir yazmaya da hız verir ancak bunları bir yerde yayınlamayı pek düşünmez.  Bazı şiirleri bilgisi dışında- bunu hatıralarında kendisi söyler-bazı dergilerde yer alır. Meşhur Mona Roza şiiri de bu dönemde kaleme almıştır. Bir arkadaş toplantısında ısrarlar sonucunda okur bu şiiri. Şiir çok çabuk yayılır. Genç şair kendi çapında bir şöhret de kazanır. Cemal Süreya sınıf arkadaşıdır, bazı şiirlerinin dergilerde izni olmadan yayımlanmasına ön ayak olur.Çeşitli yayın organlarında yazı ve şiirlerine yer verilir.

       Üniversite yılları denebilir ki şiirle en yoğun olduğu dönemleridir.1954’ün son aylarında Şiir Sanatı isimli ilk dergisini çıkarır. Şairlik yanı iyiden iyiye olgunlaşmaya, düşünceleri oturaklı hale gelmeye başlamıştır. 1955’te bir yıl gecikmeyle mezun olur, ancak ne yapacağına karar vermekte zorlanır. Geçimini sağlamak için bir işe girmesi gerekmektedir. Üstelik burslu okuduğu için de Maliye Bakanlığında görev almak zorundadır. Sınıf arkadaşı Cemal Süreya’nın desteğiyle İstanbul’da Maliye Müfettiş Muavini olarak memuriyete başlar. Aynı zamanlarda Büyük Doğu’da sanat edebiyat sayfasını da yönetmektedir. Bilgisi dışında bu sayfada yayımlanan bir şiirden dolayı da Necip Fazıl’la ilk kırgınlığı bu dönemde yaşar. Necip Fazıl’a kırgınlığının tek sebebi bu değildir. Birçok kez geçimine zar zor yeten maaşını Necip Fazıl’a borç olarak verir. Geri ödemesi de yapılmaz. Yetmezmiş gibi  Necip Fazıl, Karakoç’u kefil göstererek bankadan kredi kullanmış ancak krediyi ödemediği için bu borç Karakoç’un üstüne kalmıştır. Memuriyete başlayınca ailesini yanına alan Karakoç, bu borcu  ödemek zorunda kalır ama büyük maddi sıkıntılar yaşar. Fatih’te kiralık bir evde oturmaktadır. Bütün bu maddi zorluklar üstüne 1957’de en sevdiği varlığı, annesini kaybeder. İlk defa ölümü bu kadar yakından hisseder, çok büyük bir üzüntü duyar. Hiçbir evlat için kolay değildir, annesizlik. Karakoç için de büyük bir yıkımdır. Bu kayıp ve sarsıntı, annesine çok düşkün olan şairin pek çok şiirine de yansır.  

      Aynı yıl, İkinci Yeni şiirinin yayın organı Pazar Postasında Karakoç’un çeşitli şiirleri ve sanat yazıları yayımlanır. Daha çok sol düşünceye sahip bir dergidir bu. Derginin yazar kadrosunda Cemal Süreya, ilhan Berk, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Edip Cansever’le birlikte Sezai Karakoç da yer almaktadır. Sezai Karakoç’un bu dergide yazılarının yer alması dönemin sağ muhafazakâr sanat çevrelerinde pek hoş karşılanmaz. Ancak Karakoç, farklı düşünmektedir. Kendi medeniyet düşüncemizi, sanat ve edebiyat anlayışımızı ifade edebilmenin bir imkânı olarak görür. 1960’lı yıllar sanat ve edebiyat dünyası, bütünüyle sol düşüncenin egemenliği altındadır. Necip Fazıl’ın öncülük ettiği Büyük Doğu daha çok fikri planda bir mücadeleyi üstlenmiştir. Sanatsal ve kültürel sahada Müslümanlar açısından büyük bir boşluk vardır. Denebilir ki Karakoç’un sanat çevrelerinde kolayca kabul görmesi ve tanınırlığı, ideolojik olarak sola yakın Pazar Postası’nda yazı yazması ile mümkün olmuştur. Bu dergide Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil isimli şiir kitabı üzerine Karakoç, ‘materyalist bir şiir olamaz’ diye özetlenebilecek  ” Bir Materyalist Şiir” başlıklı bir yazı yazar. Bu yazı dönemin sol düşünce hâkimiyetinde olan sanat ve edebiyat dünyasında rahatsızlık yaratır. Tartışmaya Asım Bezirci, Ülkü Tamer, Metin And gibi pek çok kişi katılır. Polemik, başka sanat edebiyat dergilerine sıçrar, çoğu Karakoç’a muarız pek çok yazı yayımlanır. Kendi ifadesiyle bütün solcular üzerine yürümüştür. Karakoç hepsine tek tek cevap vermek zorunda kalmıştır. Karşılıklı olarak yazılan yazılarla aylarca süren bu tartışma ortamı Karakoç’un sanat ve fikir dünyasının şekillenmesinde çok etkili olmuştur. Nitekim muhatap olduğu samimiyetten uzak bu tavırdan dolayı sonraki yıllarda, konuşmacı olarak davet edildiği hiçbir programa icabet etmemiş; bir daha bu tarz polemiklere girmemiş, anket ve soruşturmalara bu yüzden cevap vermemiş, televizyon programlarına katılmayı da reddetmiştir. Bir derviş gibi yaşamayı ilke edinmiş Karakoç, bu tarz polemiklerden şöhret devşirmeyi becermekte ustalaşan meslek erbabının aksine sorumluluk ve dava bilinciyle, polemik konusu olabilecek tavır ve davranışlardan uzak durmayı yeğlemiştir. 

       İlk şiir kitabı Körfez kitap olarak basılır.27 Mayıs’ın öncesinde Diriliş dergisini çıkarır. Yıllardır hayalini kurduğu derginin ancak iki sayısını çıkarabilir. 1960 ihtilali derginin faaliyetini sekteye uğratır.1962’de ikinci şiir kitabı Şahdamar yayımlanır. Artık belli bir okur kitlesine sahiptir Karakoç. Memuriyeti dolayısıyla Anadolu’nun pek çok yöresini görür.Görevi gereği Anadolu’nun en uzak kasaba ve şehirlerinde kalır. Anadolu insanını çok yakından gözleme ve tanımasını sağlar. Ancak memuriyet, şair ruhuna ve ideallerine pek de uygun değildir. 1965’te devlet memurluğundan istifa eder, hiçbir birikimi ve geliri yoktur. Büyük zorluklar ve maddi imkânsızlıklar içinde tek başına Diriliş dergisini yeniden çıkarmaya başlar; bir yıl sonra maddi zorluklardan dolayı dergi kapanır. Bu sıkıntılı ve zor günlerde şiire sığınır. Hızır’la Kırk Saat ve Taha’nın Kitabı peş peşe yayımlanır.1967’de İslam’ın Dirilişi mahkeme kararıyla toplatılır. Olay gazetelerde geniş yer bulur, Karakoç’un lehinde pek çok yazı yazılır. Bu olay sayesinde Karakoç’un varlığı ve fikirleri iyice bilinir hale gelir. Ancak maddi zorluklar devam etmektedir. Parasızlık had safhadadır, kitap geliri geçinmeye yetmemektedir. Kimseden borç istemeye yüzü yoktur, eldeki avuçtaki tükenmiştir. Yeterli derecede beslenemediği için hastaneye kaldırılır.

         Yokluk ve parasızlık yüzünden istemese de 1971’de tekrar memuriyete döner. Ankara’da gelirler kontrolü olarak görev yapar.1974’te bir daha dönmemek üzere memuriyetten istifa eder. Aynı yıl Diriliş dergisini tekrar çıkarmaya başlar, 1978’e kadar dört yıllık bu süreçte derginin 60 sayısı yayımlanır. Yazı hayatının en olgun en bereketli yılları bu yıllardır demek yanlış olmaz. Şiir ve düşünce ağırlıklı pek çok kitabını bu dönemde yayımlar. Kitaplarının satışından elde ettiği gelir ancak geçimine yetmektedir. Özellikle 1974’ten sonra peş peşe yayımladığı şiir ve düşünce yazılarından elde ettiği sınırlı bir telif ücretinden başka bir geliri olmamasına rağmen bu gelirin önemli bir kısmını aralıklarla 1992’ye kadar çıkardığı Diriliş dergisinin basımına harcamıştır. Nispeten rahat ettiği bu dönemde maddi refaha kavuşamamıştır. Buraya kadar özetlemeye çalıştığımız Sezai Karakoç’un,  ömrü boyunca kendisine ait bir evi olmamış; hep mütevazı bir yaşam süregelmiştir. Bilhassa son otuz yılını toplumun nazarından uzakta, bir lokma bir hırka düşüncesiyle hareket etmiştir. Anadolu’nun her tarafından gelen okurlarına, kitapları yoluyla onu üstad kabul eden geniş bir kitleye de bunu tavsiye etmiştir. 1992’de Diriliş dergisinin yayınını durdurmuş, bu tarihten sonra herhangi bir dergi veya gazeteye yazı yazmamış, gelen yazı tekliflerini de reddetmiştir. 1992’den itibaren sadece kitaplarını yayınlamayı sürdürmüş ve neredeyse münzevi bir hayat sürdürmüş, âdeta kendi içine kapanmıştır. Elbette bu içine kapanma hali toplumdan kaçış değildir. Belki çok hareketli bir sanat ve fikir dünyasının kargaşasından uzak sürdürülebilir ve daha uzun soluklu bir hareket stratejisidir. Vefatına değin geçen çeyrek asırlık bu son döneminde Kurucu Genel Başkanı olduğu partisi aracılığıyla Anadolu’nun her kentinden gelen okurlarıyla buluşmuş, özlemini duyduğu öncü bir neslin yetiştirilmesiyle uğraşmıştır. Bu süre zarfında İslam coğrafyasının her tarafında meydana gelen her gelişmeyi yakından izlemiş, ümmet coğrafyasının her parçasına ilgi göstermiş ve İslam dünyasının içine düştüğü bunalımlara kafa yormuştur. Bilinçli bir tavır olarak gördüğümüz bu tutumu, görece fikirlerine yakın bir hükümetin iktidarı döneminde de aynı kararlılıkla sürdürmüş, ilkesel bir duruşla kendisine verilen ödül törenlerine katılmamış, devletle mesafeli olmaya özen göstermiştir. Kendisi için bir şey istemediği gibi okurlarına da bu yolu izlemelerini salık vermiştir. 

       Müslümanların derdini adeta tek başına omuzlarına almanın ağır sorumluluğundan imtina etmeyen bu büyük dava adamının boşluğunu doldurmak vazifesi, tarih ve toplum huzurunda, hepimizin omuzlarındadır.“ Bin yıllık ömrüm olsa hep Müslümanların birleşmesinden, bir araya gelip şuurlu birliklerini oluşturmalarından bahsederim. Bundan bıkmam ve yılmam. Çünkü bundan daha büyük bir dava bilmiyorum.” ( Birliğin Gücü,19 Ocak 1990) diyen Sezai Karakoç, kurucu bir fikir adamı olarak öncü bir role kendini adamış; İslam medeniyetinin yeniden diriltilmesi fikrine bir ömür harcamıştır. Bugün yeniden insanlığın ihya edicisi olan medeniyetimizin inşacısı olacak insanı yetiştirmenin görev ve sorumluluğu bütün İslami camiaların, bütün kurum ve kuruluşların üzerindedir. 



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.