Din Nedir?

Yazar: on 26 Mayıs 2020

 “Dünyada tek bir yol vardır, o da doğruluktur.”En eski toplumlardan günümüze kadar insan her zaman dini bir karaktere bürünme gereğini hissetmiştir. Diğer bir ifadeyle insan her daim dini bir kimlik taşımıştır. Dinsel düşünüş ve dinsel faaliyet insanın hiçbir dönem kaçamadığı ya da soyutlanmadığı bir özellik olarak beşeri gayretlerde var olmuştur.İnsanın din ve dini sembol türeten bir varlık olmasının altında birçok sebep bulunabilir. Ama onların başında, içinde yaşadığı görkemli kâinatın sırlarla dolu olması, elinin ulaşamadığı uzaklıkların bulunması ve hiçbir zaman tamamıyla netleştiremediği gaybi olaylarla çevrelendiğini fark etmesidir. Yine insanın, bilinmedik bir yerlerden gelen ve iç yüzlerini çözemediği kimi olağanüstü hadiselerle karşılaşması, çaresi olmayan ölüm ve hastalık gibi iradesini alt eden gaybi bir idarenin varlığını sezmesi ve kendisine biçilen kısa ömründe tekâmül merdivenini bir an önce tırmanmak istemesi, onu mutlak kudretin kaynağına dönük çabalara itmiştir.

İnsanın bütün metafizik yolculukları, yer ile gök arasına kurduğu tüm merdivenler, her zaman dünyanın tam kalbinde inşa ettiğini düşündüğü mabetler, tüm iç aydınlanmaları ve gökten aldığı haberler; doğru yaşama metodunu öğrenme ve ölümsüzlük yolunu keşfetme uğruna olmuştur. Nitekim beşerin tüm zamanlardaki en büyük sorunu acılar ve ölüm olmuştur: Doğru yaşamamaktan kaynaklı acılar ve onun yolu üzerinde ağzı açık bekleyen canavar! İşte insanın din adına düşündüğü, söylediği ve yaptığı her şey bu iki engeli aşmak içindir.

O halde insani tekamülün en önemli vasıtası olan din nedir? Acaba din bir bireysel olgunlaşma veya tekâmül süreci midir? Yoksa din kapalı mekânlarda icra edilen ayinler, sakramentler, tesbihatlar ve zikirler midir? Ne gariptir ki en çok tanımlanmış olan bu kelime daima en az anlaşılan kelime olmuştur. Çünkü herkes durduğu yerden bir tanım geliştirmiş, kendi din, mezhep, itikat ya da alanı içinde bir tevile gitmiştir. Oysa tüm insanlığın kabul edebileceği evrensel bir tanıma günümüzde o kadar ihtiyaç var ki! 

Dini ne zaman zahiri formların gettosundan kurtarıp asumani talimatların maksadına taşırsak büyük bir hizmet etmiş oluruz. Çünkü din tüm insanlara seslenen evrensel bir mesajdır ve tüm insanların din adına düşündükleri, söyledikleri ve yaptıkları, aynı “kutsal”ı arama derdinden başka bir şey değildir. Din öyle güçlü ve etkili bir silahtır ki, barbar Moğol şahlarını mum gibi eriten ve onlardan dünyanın en büyük sanatçılarını çıkaran bir fenomen olduğu gibi aynı anda bir karıncayı ezmekten çekinen zahitlere ve muttakilere en kutsal varlık olan insan kanını rahatlıkla döktüren bir fenomendir de. Peki, bu kadar girift bir kavram olan din nedir?

Din; iyi düşünce, iyi konuşma ve iyi eylemdir. Dine göre dünyada tek bir yol vardır; o da doğruluktur. Din Allah’ı insanlarda (En-nas) görüp onlarla olan ilişkilerine dikkat etmektir. Dindar insan bireysel ibadetlerini asla bir imtiyaz sebebi kılmayıp halkla arasına mesafe koymayan kimsedir. Gerçek bir dindar asla belli bir din, mezhep, meşrep veya cemaatin davetçisi değil, tüm insanlığın mutluluğu için aktif çaba gösteren bir kurtarıcı ve fedaidir. Hakiki dindarın duası kendisi, ailesi, cemaati, ırkı hatta sadece dindaşı için değil, belki “en-nas” içindir. İnsanlara düşmanca bakan gözler, onları kategorize ederek etiketleyen ve ötekiler olarak tanımlayan beyinler dinin maksadını anlamış olamazlar.

Din her şeyden önce bireysel olarak iç huzura, sükunete ve Nirvanaya ermektir. Kendisiyle barışık, yeteneklerine kanaat eden, büyük bir öz güvene sahip ve her anı üretkenlikle geçen kimse dinin en görkemli mabedini kalbinde inşa etmiş demektir. Dindarın ağzından dökülenler ve ondan dışarıya yansıyanlar, anlamlarını bilmediği mükerrer tesbihatlar değil, kırık kalpleri onaran sözler, gözyaşlarını silen eller, mazlumları yerden kaldıran pazular ve ölü bedenleri dirilten israfili ilhamlar, üfürüşlerdir. Dindarın gerçek tesbihatı bunlardır. Mutlak kudret sahibi, yorgun düşünceye kadar nemli ve metruk mabetlerde geviş getiren çenelere asla muhtaç değildir hâlbuki!

Din muamelattır; hiç kimsenin düşünce, konuşma ve eyleminden rahatsız olmadığı emin bireyler yetiştirme gayesindedir. Din ne pimi çekilmiş bombalar gibi gergin ve gözü dönmüş militanlar yetiştirmek ne de boş gözlerle çevresindeki haksızlıkları seyreden pasif ve hudperestleri görmek ister. Din insanı bireysel ve toplumsal sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmeye sürükler. Eğer oruç tutmak kişileri faaliyet ve üretimden yoksun bırakıyorsa, oruç ayı boyunca yerlerde sürünen cenazelere dönüştürüyorsa din böylesi bir ibadeti kabul etmez. Din, oda köşelerinde uyuklamayı, perdeler altında itikâflara yatmayı, mabetlerde sayısız tespihler çekmeyi ve kendi zannınca Allah’ı güçlendirmeyi hiç murat etmez. Din insanı eyleme ve üretime sevk eder: Gidin şehirleri imar edin, fabrikalar kurun, bilgiyle donanın ve insanlığa hizmet edecek icatlar yapın; gerçek ibadetiniz, kurbanınız budur,” der.

Dinin hakiki tapınağı kalptir, Kâbe değil! Din, insanın içinde düşünce ve vesveselerle emzirdiği tanrıçaları, kıvırcık saçlı şeytanları ve hamile olduğu sayısız putları recmederek alaşağı eden İbrahimi baltadır! Taştan küplerin etrafında sergerdan dönüşler yapmak, dışarıdaki taştan heykelcikleri recmetmek değil! Aynı şekilde dine göre gerçek kurban hayvan boğazlamak değil, belki içteki boğaları kesip ruhu ve gönlü tüm marazlardan temizlemektir. Dine göre iç dünya temizlendiğinde bedeni boşluktan yankılanarak gelen ve dile dökülen her saf yakarı ve inilti ney gibi bir ağıt ve tastamam bir duadır!

Din ayrıntılarda gizlidir: İnsana gülümsemek, yakınları ziyaret etmek, misafiri Tanrı’yı ağırlarcasına ağırlamak, verdiği sözü yerine getirmek, başkasına yük olmamak, aile ve toplumla iyi geçinmek, kimseyi incitmeden yaşamak, varlığıyla herkese nur ve ışık olmaktır. Eğer dindar hakkında varsa yakınlarından ve tanıdıklardan bir şikâyet, vakti geçmek üzere olan bir namaz bilinciyle dindarın şikâyete konu olan meseleyi halletmesi gerekir. Yoksa abdestsiz namaza duran bir sahtekârdan başka bir şey değildir! Bu bakımdan din güzel ahlaktır, örnek bir yaşayış ve duruşa sahip olmaktır. İnandığı prensiplere göre çelişkilerle yaşayan bir insan dindar olamadığı gibi dini lekeleyen ikiyüzlü bir riyakârdır!

Din vaaz verme ve hutbe okuma değildir. Çünkü her vaaz bir hakarettir: Noksan ve günahkâr insanlara bir şamar gibi indirilen nasihatler onları engelli bireyler hükmüne sokmaktan başka bir işe yaramaz. Din, yolu aydınlatan bir kandil, üşüyen ruhları ısıtan bir ateş, mahrum ve sefillerin sığındığı sıcak bir kucaktır oysa! Din cenaze kokan, ateş püsküren, metruk ve tabutlarla dolu mabetlerin rütubet kokan bican halvetgahı olmadığı gibi farklı din, mezhep ve cemaat mensuplarını horoz gibi dövüştüren fitne aracı da değildir. Din, adam olmaktır; evinde, ailesinde ve toplumunda… Dinin terbiyesini almış olan kimse, herkesin acıdığı sorunlu ve miskin biri değil tersine herkesin gıpta ettiği örnek bir şahsiyet, içinde tutuşan aşk ateşiyle ısınan, aydınlanan ve çevresini de sıcak nefesleriyle harekete ve faaliyete sevk eden bir rehberdir. Gerçek din konuşmak değil, yazmak değil, yaşamaktır.  

Mehmet Mekin MEÇİN (08/10/2012)



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.