Hayat Bir Helvadır!

Yazar: on 29 Haziran 2020

       Hayat bir helvadır dese birisi garipserdim bir zamanlar. Oysa şimdi onun bir helva olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Hz Ömer’in hayatını her okuduğumda onun en çok güldüğü konuya takılırdı aklım.


       Oysa aklımın sadece takılı kaldığını anlamam yıllarımı aldı. Hayatın elimizle şekillendirdiğimiz ve tapınmak için kutsadığımız bir helvadan ibaret olduğunu anladım. Oysa hayat kuru bir helvadan da ibaret değil!


       Çoook su almış ve daha çok su alacak gibi… İnsan basiretle insandır!
        İnsanlar uzaklaşmak istedikleri ve bulaşmak istemedikleri, korkup çekindikleri ve kazanıp kaybedecekleri konularda, araya bir mesafe koymak isterler. Bu mesafeyi koruma istekleri doğrultusunda, kutsama yoluna giderler.


     Yastık, yorgan ve döşek olarak kullanılmayan ve ihtiyaç halinde yenilmeyen, karın doyurmayan kutsalların hiçbir ehemmiyeti yoktur.


     Hz Ömer’in helvadan put yapıp tapma ve acıkınca onu yemekteki” Arap mantığını yerme ve ilahları nesneleştirmeyi yerden yere vurmasını anlatan” hikayesini, tarihi bir yanılgının parçası olarak yansıtan bir çok edebi yazı okumuşuzdur.


     Biz büyüklerimizin yanılgılarından doğrulara ulaşmaya çalışan ve oların eğrilerinden çıkardığımız doğrularla kaptanlaştığımızı zanneder, aslında kaftanlaştığımızı perdelemeyi amaçlarız. Tam bir helvacı olmuşuzdur da, tam bir yontucu Samiri olmuşuz da, bizim bizden bi haberliğimizdir, cehaletimizdir ortalıkta merkep gibi anıran!


     Lakin tarih boyunca süregelen helva sendromunun halifelerden sonraki dönemde artarak ve şekil değiştirerek islamın temel ilkelerinin içine sızdığını, bunun sıradan ve günlük yaşamın bir gereği haline geldiği gerçeğini hep göz ardı ediyoruz! Kutsadığımız ve duvarda tablolaştırarak göz zevkimizin bir aracı haline getirip duvarda veya kitaplıkta sadece yokken yokluğunu hissettiğimiz halde hiç açıp bakma veya bize sunduğu abı hayattan hiç tatma gereğini duymadığımız kutsal kitabımızla yüzleştik mi bilmiyoruz!


      Yüzümüz var mı? Kaç yüzlüyüz onu da bilmiyoruz. Doğru tanımlamada veya eğriye doğru tanımı koymada uzmanlaştığımızdan artık görme hassa ve hissemiz hiçleşiyor.

        Yüzleşmeye hazır mıyız veya hazır olacak mıyız hiç bilmem


        Nedir bu Ömer’in (ra) mübtelesı olduğu helva… Bir alışkanlık mıydı? Yoksa bir gelenek miydi?
Korkuyor muydu? Cesaretle andığımız o ender ve nebiden sonra insanlara önder olan kişi?
Bir daracık sokakta veya bir çıkmazda mıydı?


      Ama o çıktı ve çıkmasını bildi de, bizim halimiz ne olacak! Ne olacak ceplerimizdeki helva kırıntıları ve kutsayıp durduğumuz heva ve hevesimizden yontup gönül dergâhımıza büstünü dikip taptığımız putlar!


       Hz Ömer’in itirafçı oluşunu dile getirerek, kendi helvamızı hevamıza bandırarak ve gün geçtikçe ballandırıp büyüttüğümüzün farkına bile varmayarak kaybettiğimiz savaşın ardından daha büyük bir savaşa girişip yenilgimize yenilgi, hüsranımıza hüsran katıyoruz.


       Kitabı kutsarken ve kitabın değerleriyle aramızda aşılmaz duvarların temelini atarken, biz ya bir din hamili veya bir din tüccarı yada bir inanç sahibiyiz! veya aracı…. Hoş! Hepsi de aynı kapıya çıkarda, biz farkı anlamıyor gibiyiz…


        Bizdeki helva sendromunun İsrail oğullarının kudret helvası sendromunu geride bıraktığı aşikar. Bizde gizli olan, helvanın değişken ve göreceli libaslarla ayrı şekillerde tezahür edişidir…
Onlarda undan yapılırdı, bizdeyse kağıtlardan ve değişik birkaç metaldendir. oysa mal toplayıp yığan ve adedini günlük vird haline getirip bunun ebediyete inkılap edeceği yargısına ulaşan bizlerin, bu hastalık ve ölümcül yarayı, gönül deryamızda Nuh’un kurtuluş gemisi olarak addedişimizin bir tufana gebe olduğu muhakkak!


       Bir depremle sarsılmayı ve yerle bir olmayı, muzaffer olma hayal ve düşlerinin üzerine karanlıkların baskın yaptığı bir gecede uyanmayı, kanlar içinde, zincirlere vurulmuş olarak kendine gelmeyi, hangi idrakten nasiplenmiş kişi isteyebilir ki!


       Zenginken fakirliği, sağlıklıyken hastalığı, azizken zelilliği, özgürken esareti kim diler ki
Bu fani hayattan ebedi hayata göçerken kendini bağlamak için zincirini sırtında taşı! Sonra da kendini ebediyyen zincire vur …


       Hz Ömer’in karın doyuran bizimse açlığımızı arttıran putların bir zilzale, İbrahim’i bir ele ihtiyacı var! Güneşin doğuşu gibi sıradan bir edaya bürünen bu perestizmin putunu kırmanın ve ayaklarımızın özerinde durmanın zamanı geçiyor.


        Dünyaya gelip bir imtihanla yüzleştikten beri, Âdem (as) ve oğullarının en büyük düşmanları, Şeytanın; ruhuyla, beden olarak kendisine seçtiği ve kendisiyle hayat bulduğu nesne bu nesnedir.
Hepimizin taşıdığı ve acıkınca yediği bu nesne o kadar yaygın olarak kullanılıp tekrarlanıyor ki artık yememek ve tapmamak bir ayıp ve kusur halini almış…


        Hem dindarından dinsizine tapınan herkesin kendilerine göre bir tapınma ve taşıma sebep ve bahanesi mevcuttur. tuttuğu ve tutmaya çalıştığı her şeyde ölçü ve tartıyı gözetmeyen, adaleti ihlal edip zulmete çevirerek, daha fazlasını toplamak için hemcinsinin sırtını merdiven yapan insanoğlunun tatmini için bir sınır yoktur.


         Bu sınırsız helvaya sahip olma ve yeme isteği, olgunlukla beraber hastalık halini alıp, insan ruhunun derinliklerinde yerleşerek insana hükmetme yolunu buluyor. Nice hekimler, nice âlimler, nice dünya görmüş ve nice tecrübe sahibinin bu ahtapot pençesinden beter hastalığın eliyle helaka uğradığını kaydeden tarihin tanıklık edişini kimse dikkate bile almıyor.


       Tarihi en iyi bilen tarihçiler bile bu helvayı kendi elleriyle kendilerine yedirmekten kurtulamıyor.
Oysa insanlara verilen aklın temeli ders ve ibret alıp bir daha aynı hataya düşmeme esasları üzerine kurulmaktadır. Kaldı ki en iyi bilenler en iyi kapılanlardan ve bu yanılgıyı en iyi icra edenlerin ta kendisidir.


         Hz Ömer’in adını koyup ve basiretiyle görmemizi istediği için tarihe düştüğü bu notu göz ardı edip peygamberin makamı ve minberine çıkan alimlerin, beraberlerinde yonttukları putlardan götürmesi,(helva taşıması)bunu sahiplenmesinin adına talihsizlik dense de, bunu tanımlamak gerçekten de zor!


       Ehseni takvim gemisinden esfeli safilin sahilinde güneşlenmek ve biraz daha zevklenmek, biraz daha tat ve hazza ulaşmak adına yapılan bu göçün adı bazen hicret bile olabilip bu süfli arzular uğruna canından olmanın adına da şehadet denilebiliyor.


        Aslında tarihin siyah sayfaları arasında kaybolan hakikat âşıklarının koymuş olduğu maide (sofralarda) bu helvadan daha tatlı helvaların varlığı ve görülmeyi ve tadılmayı bekleyen nice hakikatin mevcudiyeti bilinmektedir. Ancak insanın oluşturduğu nefsin atmosferi bunun görülmesini engellemektedir! insanın peşin ve hazıra konma iştiyakından dolayı bu sofraya olan ilgi azalmakta olup bu ilginin kıblesi değişmektedir!


        Şu bir gerçektir ki tüm nebiler insanoğlunu bu basit tapınma kültüründen uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Bunda başarılı oldukları söylenemez çünkü insanlar girdikleri kilise ve havralara ve camilere helvalarını da götürme çabasını bırakmadılar! Dinler ve onların önder ve imamlarının insana ve insanlığa kazandırdıkları elbette tartışılamaz ama insanlar peygamberlerin sohbetinde ve vahyin kucağında bile helva yapıp tapınma adet ve geleneklerini sürdürdüler!


        Bir kısmı da elleriyle yapmış oldukları putları getirip dinin sınırları içinde kutsal bir zemine oturtmaya çalışıp, meşrulaştırdığı ölçülerde, insanları buna inanıp ibadete çağırmaya çalışıp bunun için tapınak inşasına dahi girişmektedir! Dinin dairesi içinde dinle çatışıp çelişir ve dine rağmen cebinde helva taşır!
İnsanların yollarına oturan şeytanın kandırma ve saptırma aracının bu helva olduğunda bir şüphe yoktur. Vazgeçilemeyen bu put insanı en doğru yürüdüğü yolda ve en disipline olduğu halde bile yoldan çıkarmakta olup insanı sapıklığı huy edinenden daha sapık ve daha tehlikeli bir hale getirir!
İşte Hz. Ömer’in bahsedip anlattığı put ve bizim gönül vitrinine yerleştirmiş olduğumuz ve kırmayı düşünmeyip günden güne içimizde kutsallığını arttırdığımız, koruyup kolladığımız ve asla dokunmayı düşünmediğimiz put! Kimsenin itirafına gerek yok çünkü hayatların her alanını tanzim edip, her şeye müdahil olup her şeyi değiştiren, boyun eğdiren, en aşırı ve aykırı halden çıkarıp, en ılımlı ve olgun hale sokan bir şey varsa oda bu helvadır!


       Allah’ın insan ve madde özerindeki hâkimiyetini sonlandıran ve kendi hâkimiyetini kuran bu yılan ve bu zehirdir. Maalesef biz onu kendi emeğimizle alıp, kendi elimizle şekillendirip, kendi omuzlarımızda taşıyıp, kendi beynimizde kutsallaştırıyoruz!


         Ne yazık ki Allaha inanan, ona güvenen, ona dayanan ve onu ölçü alan bir avuç insanında nesli tükenmek özeredir! İlginç olansa kimsenin bunun farkında olmaması ve herkesin kendini kandırma ve aldatmaya çalışarak kocaman bir yalan seline kendini bırakmasıdır.
Terazi değişmiş olup ölçü ve tartıya hile sirayet etmiştir. Bu helva bizim içimizden Allah’ı söküp almış inanç sistemini felce uğratmıştır.Bu erozyondan ancak Hz Ömer’in yaptığını yapmakla helvadan hakka hicret etmekle kurtulabiliriz!


           Adına altın veya gömüş deyip veyahut para deyip imajını değiştirsek de yine bu şeytani tatlılığı ve cazibeyi yok edemeyiz onun varlığını inkar yerine onun elinden gemimizi, gelecek ve gerçeklerimizi koparıp almalıyız! Bu putu İbrahim’i bir baltayla parçalayıp yere sermedikçe hiçbir yere varamaz, kendi gerçeklerimizle yüzleşemez, kendi ayaklarımızın özerinde duramaz, söz ve davranışlarımız yokluğun damgasını yemekten, geleceğimiz heba olmaktan kurtulamaz ve daima cılız kalacaktır!


      İnsanı insan ,toplumu toplum olmaktan çıkaran,insanı canavarlaştırıp tüm değerlerden yoksun ve yoksul haline getiren ,hırsızlaştırıp,arsızlaştıran,ahlaksızlaştırıp haramileştiren ve amaca ulaşma yolunda her şeyi meşrulaştıran bu putun karşısına dikilmenin ve onun varlığını inkar edip gerçeğe açılan pencereyle aramızdaki perdeleri çekmeliyiz.


       Benliği değerlerden uzaklara alıştıran, eğip büken ve köle gibi çalıştıran para ve pul,altın veya gömüş ne olursa olsun, dünya sevgisi ve onun getirisi hırsın ,ihtiras ve bencilliğin oluşturduğu cümleye son noktayı koymanın zamanı geldi de geçiyor….


         Koptu kopacak diye bekleyip durduğumuz kıyametin heybetini toz duman ederek, karşısına boş bir endişenin heykelini dikip,yıkılışımızın öyküsünü tekrar edip durmanın bir anlamı kalmadı …
Kopacaksa da, bizi bu putun koynunda yakalamamalı bu kıyamet deyip kendisinden kaçtığımız gerçek ! Bir avuç toprağa mahkum edilmiş her şeyimizi karşımıza alıp bir efkar süzgecinden geçirmeliyiz. Tapına geldiğimiz bu helvanın da tapınak haline getirdiğimiz bu dünyanın da bir balyozla kendine geleceği muhakkak oysa bizim bu ölüm orucundan uyanmaya niyet ve mecalimiz yok gibi …..


      Para sayma ve toplama hırsımızı ve Allahın hayatından(maneviyattan) ve fırsatlarından çalan gönül hırsızımızın elinden tutup gerekirse kesmenin vakti ve madde yolunda gidip gelmelerle oluşturduğumuz ayinlerin ve Kendimizi aldatmaktan, kendimize kazık atıp haramı ve helvayı yedirmekten geri durmalıyız!


        Onur ve şeref denen şeyden iki elle çekmeliyiz bu açlığın ve doyumsuzluğun simgesi helvadan ellerimizi ve artık Hakimliği tartışılmayan hakimce kaybetmeye mahkum edilen bu takımın kalesinde durma küstahlığını bırakıp, Yegane hakimin karşısına geçip, kafa tutanın safından ayrılıp kendimize geldiğimizi haykırmalıyız !


       Helvanın varacağı yer heladır…

İsmail AMEDİ



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.