Esmer Ekmek

Yazar: on 6 Ağustos 2020

Biliyorum işte, yani falan filan olacak

O şair bugün fahişelerden söz açmadı.

Ha açtı ha açacak.

Sonra zaten her sokak başında olduğu gibi,

Duvara yaslamış bir kadın,

Yavaşça rüzgara saçlarını saçacak!

Hışırtısız…


Biliyorum işte, yani falan filan gibi

Ben anlamam ama,

Çiftçiler anlar gibi, 

Havanın nabzına yoklayacak.

Yağmursuz bir yazdan kalan koca bir solukla

Ekmek feryadına, 

İnce dilim ekmek doğrayan Karunlar olacak. 

Her akşam sahilde, ateşli gitarın nağmesini yakacak,

Devrim türküleri pişirecek sempatik bir gösterişçi gibi

Patron için, 

Patronu öldüren kahraman bir işçi gibi

Devrime adanmış, kızıl bir koç,

Biliyorum işte, falan filan hâlâ gibi

Elmas küpeli oğlanın elinde duran spatula,

Uzun saç, kırmızı bir yular, bira ve piercing gibi

Mübareksiz sakalıyla, kelle koltukta gezen,

Hem çok sosyal, hem tam bilimsel, hem direnişçi,

Hem de hamburger seven muzip bir siparişçi gibi,

Bunaltı olacak.


Biliyorum işte, yani falan filan, beğendim,

Uzun havayı operada,

Arabeski orkestrada.

Ama çok, daha çok terbiye edilmiş tiz sesini.

Banka reklamındaki sıvacının pürüzsüz eline çizilmiş kesicinin üstündeki ezici düğmesini.

Ve yine aynı ellerde yükselen bir kaç Cannes olacak,

Nobel, Pulitzer…

Beğendim, beğendim 

Bastonsuz heykel kırma sevgisini o elin,.

Yoksa neden daha çok dikilsin heykeller

Ki yükselen nasır tutmamış beyinlerle beraber,

Çelişki insanı daha bir insan yapacak.


Biliyorum işte, yani falan filan gayet sakindi.

Boğaz da sakindi,

Bir çarşaf gibi sanki, sakin bir yerdi.

Ve sanki yerdi, esmer ekmek ile beraber soğanı.

Belki ondan gülümsüyordu varoş hayranı 

O boğaz sakini, 

Kim oynuyor, kime oynuyor, neden oynuyor

Ben anlamam.

Ama birgün ağlarsam, oynamam 

Güneş gözlüğünün arkasından da ağlamam.


Bilirsiniz işte, yani falan filan ver,

Sen boşveeeeeer… 

Ver, sen ver o sıcacık emekten

Fırının kenarından, tandırın ucundan

Güneşten daha iyi pişmiş esmer ekmekten.


Sefil ve aç, 

Asırlardır mağlup olan asi ruhlu mağribi.

Yine yenilmiş, 

Kurumuş ekin tarlasının biraz ötesindeki ezilmiş otlakta.

Ezilmiş ama  otlaktan yankılanan oruçlu ama tok bir ses gibi.

Sen ver gözlerini yakan tuzlu damardan sızan damladan

Ve o terini işaret parmağından silkeleyen emekten.

Yine yenilmiş, 

Sahipsiz dağları aşıp, yakılmış meşeleri geçerken,

Dalları baltalarla biçilmiş çınarın altında.

İnilti ile karışık çekilen iftarlık derin bir nefes gibi

Hafif bir uykuyla devrilmiş koca tarlalar, 

Katık gibi.

Tarihin usta binicisi,

Evren sinemasının lal olmuş şaşkın seyircisi

Sürgün ülkelerin münzevi halifesi,

Güneşi avuçlarında hapseden kocaman aşk,

Ve sadece Allah’ın kölesi,

Rüzgara saçılan yaprakların hışırtısını soluyacak..


Bilirsiniz işte, falan filan ve o çocuğa,

Çelişkileri ile beraber yaşamayı sevmeyen dedem hep derdi;

Bu gece gibi bir geceydi,

Ve gördüğüm en karanlık gece bu geceydi,

Ben de, renkler “benden olsun” istedim,

Tüm gölgeler saygıyla duracak 

Etrafı uçurduğum ateş böcekleri parlatacak,

Talihsiz bir ideolojik aşk gibi böcekler ölümlü olacak.

O zaman da ateş yanacak

Herkes toz ve kül olacak

Aşk yanacak

Toz ve kül olacak

Ama o Aşk’ın ismi yine de hüzünlü konacak

Dünya hep bir şeylerin düzelmesini bekleyenlerle dolu kalacak

Sığırcıklar mutlaka uçacak

Ancak Allah’a köle olunca özgürleşen,

Amed’in çocuğu o küllerden doğacak.



Yorum Yazın

Not: Yorumlar denetimden geçmektedir.